Unutulmuş bir yerde-7

   Caminin önü ve abdest alınan şadırvanlı kısım bugün biraz daha kalabalıktı..ileride musalla taşının üzerinde duran tanıdığı merhumun tabutuna kaydı gözleri..başında oğlu ve bir iki yakını sessizce bekliyor, taziye için gelen gidenleri karşılıyor tokalaşma ve sarılmalarla birlikte bir iki nezaket cümlesi karşılıklı olarak alınıp veriliyordu..o da bu görevini yaptıktan sonra fazla vakit geçirmeden şadırvana yöneldi..bir an evvel abdest alıp camiye girmek ve vaizi dinlemek istiyordu..vaizin ne dediğinden çok onu dinlerken düşünmeyi severdi öteden beri..bu zamanlar bir iç hesaplaşma, nefis muhasebesi anlarıydı onun için..bazıları da bu konuşmayı hiç dinlemez hemen uyuklamaya başlarlar, kimisi de elinde tesbihi, ileri geri sallanarak ve kendince bir ritim tutturarak dervişliğe özenir gibi hu çekme taklitleri yapardı..kimisi cebinden küçük bir koku şişesi çıkarır, ağır kokulu bir yağı isteyen istemeyen herkesin ellerine sürmeye çalışırdı..
   Hava soğuk olmasına rağmen soğuk suyla abdest almak biraz daha canlandırmıştı sanki bedenini..abdest alanlardan bazıları ölen kişi hakkında dedikodulara başlamışlardı bile..şu insanoğlu ne tuhaf dedi içinden..sen de uzun veya kısa bir zaman sonra onun şimdi yattığı yere geleceksin, şairin dediği gibi kısa bir saltanatın olacak musalla taşında, bunları unutup nasıl ucuz sözler ediyorsun ölenin arkasından, hiç olmazsa susun yahu dedi..ama insanoğlu bu.. hepimiz unutmakla malulüz, hemen dilimiz çözülüveriyor işte..
   Camiye girip vaize yakın bir yer bulup bağdaş kurup oturdu..bu sene buraya tayini çıkan yeni  vaizdi konuşan..genç yaşından olsa gerek bazen hızlı hızlı ve hesap sorar gibi sesine hakim olamayarak bağırırcasına ve adeta azarlarcasına konuşur, karşısına aldığı hayali bir zındıkla gölge boksu yapar gibi sağlı sollu yumruklarla öç alırcasına hesaplaşır, bu dünyada yaptığı en ufak şeyin bile hesabını tanrıdan önce adeta o sorar ve cezasını da hemen keserdi..bugün biraz sonra namazı kılınıp defnedilecek olan cenazeden de ilham almış olacak ki dersin konusu ölüm ve ahiret hayatı, hatta kıyamet ve hesap verme günüydü..vaiz efendi nutuk vermeye daha bir kaç dakika önce başlamış olmasına rağmen şimdiden havaya girmiş, bağıra çağıra konuşmaya çoktan başlamıştı bile..Kuran da geçen her canlı- ki burada nefs olarak geçiyordu- ölümü tadacaktır ayetini önce arapça olarak okumuş sonra hemen açıklamasına geçmişti..tam da fırsat eline geçmişken insanları ölümle korkutup bu dünyada ayaklarını denk almaya, günahlardan kaçınıp dinin emrettiği gibi yaşamaya ve cehennemde yanmamak için her an ahireti düşünerek kötülüklerden uzak durmaya çağırıyordu herkesi..bu arada camiye gelmeyenleri, namaz kılmayanları, zekat vermeyenleri ve daha bir çok ibadeti yapmayanları azarlayıp paylıyor; peygamber efendimizin kendisi hayatta iken ona her şekilde karşı çıkan ve savaşanlara karşı bile yapmadığı sertlik ve aşağılayıcı muameleyi şimdi kendisi kolayca benimsiyor, günahkarları çok daha şiddetli olarak tehdit ediyor, sanki bir savcı gibi suçluyor ve  yargıç gibi de hemen cezalarını kesip kalemini kırıveriyordu..
   Bundan önceki hocamız ne kadar iyi bir insandı, bağırarak şöyle dursun sesini biraz olsun yükselterek konuştuğu hiç olmazdı..yumuşak bir sesle ve öğüt verir gibi bile değil, sanki kendisine söyler gibi uyarırdı cemaati en çok..onun anlattığı dünyada büyüklerimiz adeta cenneti dünyada yaşatmışlardı herkese..dindar kafir demeden herkesle iyi geçinmişler, düşkünlere günahkarlara yetimlere hep el uzatıp yardım etmişler, sen niçin böyle kötüsün dememişlerdi..hocanın kendisi de öyle yaşamıştı zaten..kimseyi yargılamamış, niçin böyle yapıyorsun bile dememiş, sanki herkesin yaptıklarından sorumluluğu neredeyse hiç yokmuş gibi bakmıştı hayata ve insanlara..eskilerin evliya gibi dedikleri bu hocayı yine de bazı sofu ve cahil insanlar sevmemiş, pısırık ve korkak olarak görmüşlerdi..işte bu gibiler için bu yeni hoca biçilmiş kaftandı..kendileri gibi olmayanları ve onları desteklemeyenleri kolayca cehenneme atıveren bu yeni ve ateşli hoca onları adeta teskin ediyor, kendilerinin bu dünyada tadamadıkları güzellikleri ve imkanları tadan ve keyfini çıkaran bu insanlar cehennemde cayır cayır yanarken onların cennette keyif çatacağını müjdeleyen bu hocayı zevkle ve başlarını sallaya sallaya tasdik ederlerken adeta intikam alır gibi keyifleniyorlardı..eski hocanın peygamberimiz ve arkadaşlarının hayatını anlatırken onların çektikleri eziyetleri ve fakirlikleri adeta tevekkül ve anlayışla karşılamalarını örnek olarak göstermesi karşısında bu yeni hoca o taraflara hiç girmiyor, tersine dünyada sıkıntı çekmesi gerekenlerin inançsızlar olması gerektiğini, inançlıların iki dünyada da en iyi şeylere layık olduklarını, ama bunun gerçekleşmesi için de herkesin çok çalışmasından daha çok, zenginlerin mal ve servetlerinden fakirlerin hakkını vermemesinden ortaya çıktığını, meselenin üretmekten daha çok paylaşmadaki bozukluktan olduğunu kabul edecek şekilde anlaşılması gerektiğini ima ediyordu..sanki yahudilere gökten yemek ve içecek yağdığı günlerdeydik de zenginler her şeye el koyuyor zavallı müminler onlar yüzünden fakir kalıyordu..zenginlerin aç gözlü oldukları ve paylaşmayı pek sevmedikleri bir gerçekti tabi ama hocaya göre fakirlerin hiç suçu yoktu neredeyse..bu durumda çalışmanın ve emek vermenin önemi azalıyor, rantın ve bağışın geçinmeye yeteceği varsayılıyordu..adeta bir çağdaş Robin Hood olmalıydı ve zenginden zorla alıp fakiri doyurmalıydı, o zaman bütün mesele hallolacaktı..hocaya göre insanın zaafları, psikolojisi, toplumun durumu, dünyanın durumu o kadar önemli değildi..1400 sene önceki reçeteler aynen tatbik edilirse mesele kalmayacaktı..hoca faiz alanlara atıp tutuyor ama maaşını ödeyen devletin ana kazancının faizlere ve helal olmayan mallardan ve kazançlardan alınan vergilere dayalı olduğunu görmezden geliyordu..ayrıca bu hoca eskisine hiç benzemiyordu, eski hoca o zamanlar çok az olan maaşını bile almaya adeta utanır, maaşının çoğunu dağıtır kendi emeğinin kazancıyla geçinmeye çalışırdı..çünki hocalığın bir gönül işi ve sevap kazanmak için yapılması gerektiğine inanırdı o hoca..bu hoca ise oldukça yükseltilmiş maaşlarını almakla yetinmiyor, zaten çok olan boş zamanlarında amatör emlakçılık yapıyor, arsa satanları ev satanları tespit edip alacaklıları bulup bunların satılmasına aracılık ediyor ve komisyonunu da almayı ihmal etmiyordu tabii..eee ne de olsa devir değişmiş ihtiyaçlar artmıştı..göreve gelir gelmez caminin eksiklerini tespit etmiş, tanıdığı kişilerden yardım toplamış, halıları daha henüz çok da eskimiş olmamalarına rağmen değiştirtmiş, alttan ısıtma sistemi, klimalar , vantilatörler, yeni aydınlatma grupları aldırmış, minareyi bile eyfel kulesi gibi geceleri peş peşe değişen renklerle ışıklandırmıştı..modernlik ve asri zamanlar unutulmuş bu yerlere kadar ulaşmıştı artık ne de olsa..
   Hoca bir ara öldükten sonraki hayata da el attı konuşmasında..o zaman biraz daha ilgiyle dinledi..ama haberler kötüydü, öyle neredeyse herkes cennette ya da ona benzer bir yerde değildi ona göre..neredeyse herkes bu dünyada çektiği acılar yetmezmiş gibi bir de kabirlerinde azap içindeydiler..neyse ki onu çok üzebilecek bu bahis çabuk kapandı ve dünyaya ve oradaki kötülere geri dönüldü..anlaşılan bu hoca insanların mutlu olmasını istemiyor hatta umutlu olmasına bile karşı çıkıyordu..ona göre dünyaya kötülerle savaş için gelmiştik ve bunun da sonu gelmeyeceğine göre tamamen çıkmaz içindeydik..halbuki sabah konuştuğu babası hiç böyle söylemiyordu..babasının hiç yalan söylemediğini biliyordu..demek bu hoca bir şey bilmiyordu ya da bildiği çok az bir kaç şeyden ibaretti..belki de bu hocanın babası da kendi gibi bir kişiydi..ne yazık dedi içinden..
   Bu arada vakit gelmiş cuma için öğle ezanı da okunmaya başlanmıştı..hoca konuları bağlarken cami nin ihtiyaçları için ve yakınlarda yapılmakta olan veya yapımına başlanacak olan cami ve kuran kursları için çıkışta para isteneceğini ve herkesin az çok demeden yardım etmesinin çok iyi olacağını da söylemeyi ihmal etmedi tabii ki...

Yorumlar

  1. Geçen hafta boyunca F. ile "Mesih" diye bir dizi izledik. Bu dizide Suriye'den bir adam bazı rastlantısal olaylar sonucu, beklenen mesihin yerine konuyor, kendisi de son derece sessiz içine kapalı ve kimseye aslında bir şey söylemeyen ama söylemediği için de karşısındakinin tam istediği cevapları almasını sağlayan biri. Biraz sihirbazlık bilgisi falan da var, kolayca yolunu buluyor ve kitleleri etkilemeye başlıyor. Çok ilginç bir dizi..
    Yazının bu bölümünde ağır konular var, ölüm sonrası hayatla ilişkili sorularımız, yaşamımızın anlamı. Bu sıra benim de aklımı kurcalayan konular bunlar, aslında hep kurcalardı ama ortayaş krizi ile sanırım biraz daha celallendi. Bir anlamda tanrının bizi bir amaç uğruna yarattığını düşünüyorum öbür anlamda da aslında bir kum tanesi gibi hayatlarımız olduğu ve çok da birşeyi değiştiremeyeceğimizi, ancak kendi çevremize odaklanmak, belki sevgi ve saygı ilişkileri geliştirmek iyiliği yaymak, anlamaya çalışmak tanrıyı ve evreni.. Bilmiyorum belki görevimiz budur, hepimiz kendi kapasitemizde tabii..
    Öteyandan kavramları düşündükçe aklım daha çok karışmaya ve sanki iyi ile kötünün ebedi oyununda kaybolan bir piyon gibi hissetmeye de başlıyorum. Nedir insanı kendi içinde huzura kavuşturacak olan, bilmiyorum. Sanırım tek bir şey değil, bileşkeler var herkes ve her zaman için farklılaşan....
    Öteki dünya var mı bilmiyorum. Bir yanım primitif olduğu için "cezasını bulsun" derken öbür daha gelişmiş yanım "halbuki sen affetmeyi ve anlamayı öğrenmelisin" diyor.. Tam emin değilim, öbür dünyanın olmasını isteyip istemediğimden....

    YanıtlaSil
  2. Bu Mesih bekleme olayı tarihin her zamanında olmuş galiba..arayış da bitmeyecek..bulduğumuzu sandığımızda bile şüphe bitmeyecek..yine Simurg hikayesi geliyor aklıma..

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

17- Göçmüş Kediler Bahçesi

16- Veda

19- Öfke