Masumiyet-10

   Ünlü 28 Şubat muhtırasına az kalmıştı o zamanlar..herkes adeta geliyorum diyen yeni bir askeri müdahaleyi son derece soğukkanlı bir şekilde bekliyordu..zaten ne zaman tam bir demokrasiye geçebilmiştik ki..bizim memlekette son elli yılda hatta belki de yüzyıllardır böyle değil miydi..aynen mehter takımı gibi..iki ileri bir geri..tüm dünya neredeyse ağır aksak da olsa, yavaşlayarak ve bazen de hızlanarak daima ilerleme yolunda yürümüştü. ama bizim ülkemiz önce iki ileri adım atmış, sonra da hemen korkarak ya da başka sebeplerle bir adım geri atmıştı..Erbakan'ın Başbakan olması belki de onun temsil ettiği hayat görüşlerinin de iktidara bir ucundan da olsa tutunmuş olmasıydı..ama bu bir toplumsal gelişme adımı olsa bile hemen memleketin önemli bir kısmı bundan ürkerek tekrar geri adım atmanın peşine düşmüşlerdi..tabii o taraftan bakıldığında da tersi söz konusuydu o kesime göre..gerici bir adımı demokratik yöntemlerle olmasa da, ne şekilde olursa olsun durdurmak ve eski şekle getirmek ilerici bir adımdı onlara göre..daha neyin ilerleme neyin gerileme olduğu bile tam olarak kararlaştırılamamıştı,,kendisine ilericiler diyen grup memleketi 75 yıl önceki haline geri döndürmek istiyor, buna karşılık siyasi islamcılar ya da öteki tarafın nitelendirmesine göre dinciler veya gericiler ise memleketi 100 yıl geriye döndürmeye çalışıyorlardı sanki.. bir nevi kanaat önderi olan ve ortalama vatandaşa göre daha bireyselleşmiş olmaları beklenen entellektüeller arasında bile kafalar ve tutumlar karışıktı, adeta sürü psikolojisi vardı onlarda bile..hem demokrasi olsun istiyorduk hem de bunun sonucu istemediğimiz fikirler ortaya çıkınca, hatta böyle görüşlerin seçim kazanarak yönetime gelme ihtimali artınca, oyundan çekilen mızıkçı çocuk gibi kuralları tekrar değiştirmeye çalışıyorduk..herkesin güvenmesi gereken yargı bile bu konularda kafası karışık durumdaydı ve çoğu zaman hukuk dışına kolayca çıkıveriyordu verdiği garip kararlarla..
   Erbakan'ın başbakan olmasına güvenerek iyice gemi azıya alan bazı kişi ve yazarlar ve hatta milletvekillerinin adeta durumun hiç bilincinde değilmiş gibi sorumsuz davranış ve beyanatları onların tam karşısında olan ve kendilerini ilericiler olarak niteleyen kişileri ve aynı görüşteki basın ve medyayı da adeta kışkırtıyor, canlandırıyor ve tahrik ediyordu.. artık her iki kesim de aynen 12 Eylül öncesinde olduğu gibi adeta frenleri boşalmış kamyonlar gibi birbirlerinin üzerine çılgınca gidiyorlardı..ve bir gözleri de asker ve yüksek yargının üzerinde başlarına gelecek yeni bir demokrasi ayıbını bekliyorlardı..yaralı demokrasi bir kere daha yaralanacak ve kanatları bir kere daha kırılacaktı ve herkes elbirliği ile bu değirmene su taşıyordu..
   Bu arada bizim matematikçi ise insanların nasıl olup da tarikat ve dini gruplara, hem de bir şey bilmeden ve öğrenmeye de gerek duymadan koşarcasına gittiklerini çözmeye çalışıyordu..bulabildiği kitaplarla bu konuda bilgi almaya çalışıyor ve neredeyse islamın ilk çıktığı zamanlardan itibaren bu gizemli dini gerçeğin de ortaya çıktığını görüyordu..biraz daha geniş bakıldığında bütün dinlerde de böyle bir olgu olduğunu gördü..bazı tarikatler daha içine kapalı, bu dünya hayatına değil, asıl olan  ahiret hayatına hazırlanmak gerektiği görüşüyle ve amaçla kişinin manevi dünyasını zenginleştirip onu kamil yani olgun insan haline getirmeyi öne alırken, diğer bir başka grup ise birlik olup bu kuvvetle siyasi iktidarı etkilemeye hatta ele geçirmeye çalışan daha doğrusu bu dünyayı ve menfaatlerini öne alan tarikatlerdi..aslında tarikat kelime olarak yol demekti, bir duruş ve ilerleme yolu gibi..bazıları buna mezhep veya meslek de diyordu..ama tarikate giren kişi salik yani yolcu adını alıyordu daha çok..seyri süluk yani gidilen ilerlenen yol demekti ve kişinin bu yolda hangi merhalelerden geçtiğini anlatıyordu..her tarikatin bir kurucusu ve sonra da ondan icazet alarak bu yolu sürdüren bir şeyhi veya mürşidi vardı..tarikate giren kişi önce incelenip uygunsa kabul ediliyor sonra da çeşitli aşamalardan geçerek yolunda ilerliyor en sonunda yetkili bir mürşid dahi olabiliyor ve bu tarikate bağlı bir tekke açıp kendi müridlerini yetiştirme işine başlıyordu..işte bütün mesele de burada başlıyordu..her yerde olduğu gibi, ilerlemek için artık mürşid ne derse düşünmeden ona bağlanan müridler şeyhlerince söylenen ve istenenlere sorgulamadan hemen uymakla mükellefti ve bunu kötüye kullanan şeyhler da genellikle çoğunluktaydı bekleneceği üzere..Osmanlı devrinde hatta cumhuriyetin ilk devirlerinde bile neredeyse her insan bir tarikate bağlıydı..nice meşhur bilim ve sanat adamı bile bu tarikatlerin müridi yani bağlısıydı..adlarını duydukça o da mı, şu da mı diye hayret duyulacak nice kişi tarikat bağlısıydı.. ancak Atatürk devrim kanunlarından biri olarak tekke ve zaviyelerin kapatılıp mallarına el koyulduktan sonra bunlar artık gizli olarak toplanır ve polis tarafından sürekli izlenir olmuşlardı..gazetelerde sık sık okuduğumuz ve evlerinde toplantı yapıp hu çekerken yakalanan bir çok insanla ilgili haberler bunlardı işte.günümüzde hala devam eden Nakşibendilik, Mevlevilik, Bektaşilik ve saire, ayrıca bunların çok çeşitli alt kolları; Süleymancılık, Işıkçılık, Halidilik, Cerrahilik, Menzilcilik vesaire günümüzde de yasal olmayarak ama gizli şekilde hayatına devam eden yüzlerce tarikatlerden en çok bilinenleriydi..bunların inanç sistemleri ve ritüelleri ancak bilimsel çalışma ve araştırmalarla ortaya konabilecek bir geniş dünya idi ve bu iş bizim amatör matematikçinin altından kalkacağı bir durum değildi..Profesör Şerif Mardin ve benzeri bir çok bilim adamı bu yakıcı ve tehlikeli konuya az da olsa değinebilmişlerdi, ama çok az yayın vardı bu konuda..çünki devrim kanunları vardı her şeyden önce ve mesele herkesin bildiği bir sır kadar gizli ve bir o kadar nazikti..
   İşte, sonunda Konya mitingi ve Sincan ilçesinde düzenlenen Kudüs mitingi ve bir tiyatro oyunu da bardağı taşıran son damlalar olmuştu ve askeri üslerden tanklar Ankara sokaklarına çıkmıştı..İnönü'nün filozof oğlu fizik Profesörü Erdal İnönü'nün de babasından duyduğu sözdeki benzetmeyle hatırlattığı üzere macun tüpten çıkmıştı artık ve o zamanlar plastik macun tüpleri de daha piyasaya çıkmadığı için tüpten çıkan bölüm de içeri girmiyordu..Yani artık asker kışlasından çıkmıştı ve geri döndürülmesi neredeyse imkansızdı...

Yorumlar

  1. Hepsi gerçek, bildiğimiz olaylar. Yazınızı okurken adeta bir zaman tünelinden geçmiş gibi hissediyorum kendimi.

    YanıtlaSil
  2. Biraz da gelecek kuşaklar ders alsın diye yazıyorum bunları..yoksa bu korku tünelinden çıkamayacağız korkarım..

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

17- Göçmüş Kediler Bahçesi

16- Veda

19- Öfke