İşte böyle-10



   Bugünlerde bir sahil kasabasındayım .. bir yandan; denize nazır, eskilerin kastettiği anlamıyla lebi derya, büyüklerden yadigâr kalmış, bahçeli ve süper manzaralı yazlık evde hem ufak tefek tamirat hem de bahçe işleri,  aslında oyalanma amaçlı faaliyetler içindeyiz, öte yandan da şu karantina günlerini daha sıkıntısız ve mümkünse hoşça geçirmenin (bencillik de olsa) peşindeyiz.. buraya gelirken yanımda bir çok kitap da getirdim okumak için.. bunların bir kısmını çok önceden almış, istiflemiş ve okumak için bir fırsat kollamış, bazılarını da o kitaplardan bazılarını okurken anlatılanlardan esinlenerek şunları da okumam gerekli diyerek edinmiştim.. şimdi burada, özellikle akşamları daha bol olarak bulduğum zamanlarda okuma ve onların üzerinde düşünme fırsatım oluyor..böylece hem günlük hay huylar ve vehimlerden uzaklaşmış, hem de çok sevdiğim o kitaplarda anlatılan hayal ortamlarına girmiş oluyorum, kıyısından köşesinden olsa da..

   Bu arada akşamları, uzaktan da olsa açık olan televizyondan gelen sesler ve bazen ekrana kayan gözlerimle günceli de kaçırmamış oluyorum.. eşim bu sıralarda en çok Survivor'u izliyor.. niçin bunu izliyorsun dediğimde de başka hangi kanala baksam aynı tipler dönüşümlü olarak birinden ötekine koşturarak anlamsız konuşmalar ve atışmalar yaparak, arada da dikkati artırmak için olsa gerek kısa danışıklı dövüşler şovları yaparak müşteri kızıştırmaya çalışıyorlar.. dediklerinden de ne anlatmaya çalıştıkları anlaşılmıyor zaten, can sıkıntısından başka bir tat bırakmıyorlar sonunda insanda, en iyisi bu yarışma programları, hiç olmazsa burada gerçek var, insanlar kendilerini olduğu gibi gösteriyorlar, bazen kavga da eksik olmuyor, dostluklar düşmanlıklar peşpeşe, heyecan ve hırs var burada, vaktin nasıl geçtiğini anlamıyorsun bir bakıyorsun gece 12 olmuş, kafan yorulmadan zaman geçmiş oluyor dedi.. ben de hak verdim doğrusu bu gerekçeye.. Acun Ilıcalı cin gibi bir adam, insanları oyalamayı hatta esir almayı çok iyi biliyor, tabi ticari zekası da müthiş, kendisini göstermek, meşhur olmak, moda deyimle medyatik olmak için çırpınan gençler buraya koşarak ve adeta kabul edilmek için yalvararak geliyorlar ve ölesiye, hatta öldüresiye bir yarışma içine giriyorlar.. bu yarışma programları bana biraz hüzün verici ve açıkçası anlamsız gelse de toplumumuz bu programın tiryakisi.. ülkemizin geleceği için çok önemli sonuçları olacağı kesin olan ve gerçekten de sonrasında artık hiç bir şeyin eskisi gibi olmadığı görülen başkanlık rejiminin oylandığı o referandum gecesinde bile sonuçları merak içinde televizyon başında beklerken o gecenin reyting rekorunu yine bir survivor finalinin kırması beni çok düşündürmüş ve ülkemiz ve geleceğimiz hakkında derin hayal kırıklığına düşmeme neden olmuştu.. belki de biraz ds o yüzden kızıyorum Acunun bu kanalına.. ama sonradan anladım bu yarışma programlarının insanımızda ne kadar çok sevildiğini ve niçin bu kadar tutulduğunu.. hâlâ da pek izlemiyorum, hatta izlerken bir derin hüzün duyuyorum bu survivorları.. eşimin izleme gerekçesi ve diğer televizyon kanallarının anlamsız ve verimsiz, hatta sıkıcı programlarını gördükçe izleyenlere hak verir oldum açıkçası..

   Ama dün gece, ben kitap okuyarak gece yarısını ederken, programın bitmesi sonucu televizyonu kapatıp odaya gelen eşimi biraz üzgün görünce sordum niçin üzüldün diye, o zaman anlattı durumu.. meğerse iki kadın yarışmacıdan biri yarışma esnasında koşarken yüksek bir yerden düşerek, öteki de yine yarışmayı kazanabilmek için aşırı çaba gösterdiği ve dikkatini de kaybettiği bir anda dengesini kaybedip kafa üstü çakılarak hastanelik olmuşlar.. eşim çok üzülmüştü bu duruma, dört aydır yarışıyorlar, bir çoğu elendi, bunlar son dokuz kişi kaldılar, çok yazık, bir ayları kalmıştı, inşallah çok kötü değillerdir durumları, diyerek dua etti yatarken ve belki de gece boyunca onları düşündü ve uyuyamadı.. gerçekten de sabah bu yüzden gece iyi uyuyamadığını, o kızcağızları düşündüğünü söyledi..

   İşte o zaman ben yıllar önce izlediğim ve günlerce etkisinde kaldığım bir filmi hatırladım..o zamanlar bu film çok ilgi çekmiş ve seyreden milyonlarca insanın günlerce göz yaşı dökmesine neden olmuştu.. benim yaşımdakiler iyi bilir, 1970 lerde alt yazılı olarak Ankarada Büyük sinemada izlediğim bu film ismi türkçeye 'Atları da vururlar' adıyla çevrilerek (They shoot horses, Don't They?..Jane Fonda Michael Sarrazin, yönetmen Sydney Pollack, Horace McCoy un aynı adlı 1935 de yazılmış romanından uyarlama) gösterime getirilmişti.. o zamanki yetersiz ingilizcemizle bile alt yazıları da çok kötü çevrilmiş olmasına rağmen ( yazılar: filmatik) filmin ne anlatmak istediğini çok iyi anlamış, kapitalizme getirdiği büyük eleştiri o zamanlar solcu olan bizlerde büyük yankı uyandırmış, ama yüreklerimizde iz bırakan büyük bir acı da yaşatmıştı hepimize.. demek ki o zamanlar ne kadar romantik ve duygusalmışız .. filmin konusunu kısaca anlatmak gerekirse 1930 larda büyük ekonomik çöküntü içindeki amerikada  geçiyor hikaye, insanlar her şeylerini kaybetmişler, bu duruma çare bulabilmek, insanlara umut ve direnme gücü verebilmek amacıyla sistem arayışlara girmiş, topluma moral vermek ve oyalamak için herkese açık ve işsiz güçsüz insanların izlediği yarışmalar düzenlenmiş kısacası bir çıkış ya da en azından insanların derdine çare arama amaçlı programlar düzenlenmişti.. bu çözümlerden biri ve geniş kitleleri oyalayan aktivetelerden birisi de dans yarışmalarıydı ve filmin konusu olan olayda da yarışmacı insanlar, daha doğrusu çiftler 1500 dolarlık büyük ödülü kazanmak için sürekli çalan bir orkestra önünde durmamacasına dans ediyorlar, en son ayakta kalan çift, büyük ödülü alacağı için yorgunluktan ölseler bile, canlarını dişlerine takarak,birbirlerine tutunarak da olsa,  bedenleri artık iflas sinyalleri verse de (tabi ihtiyaçlar için verilen kısa aralıklar dışında) hep ayakta ve her seferinde değişik dansları yapmaya çalışarak büyük ödülü kazanmak ve böylece hayatlarını kurtarmak istiyorlardı.. bir çok yarışmacı dayanma güçlerinin bitmesi sonucu eleniyor, bizim kahramanlarımız da artık ölümü de göze alarak ayakta kalmak için direniyorlardı.. kısa bir ihtiyaç molasında geçen ve filmin son derecede çarpıcı olan final sahnesini youtube dan izleyebilirsiniz.. işte bu film hafızamda çağrışım yaptı ve oradaki yarışmacılarla buradakilerin bir çok bakımdan benzerliği aklıma geldi eşimi üzen bu acı haberden sonra.. Acun, bilerek veya bilmeyerek, hepimizin birer kuklası haline geldiğimiz veya getirilmek istendiğimiz bu kapitalist sistemin veya artık ne derseniz deyin, hırslarımızın, beklentilerimizin esiri olduğumuz bu insanlık dışı veya yine de insan icadı olan bu pis oyunun bir aynasını tutuyor gözlerimizin önüne.. biz de kâh heyecanlanarak, kâh üzülüp ağlayarak bu umarsız ve kötü oyunu gözlerimizi alamadan izleyip duruyoruz.. niçin hem kızıyoruz hem de vaz geçemiyoruz içinde yaşamaya çalıştığımız bu kirli düzenden acaba.. sanırım kapitalizm insanın hırslarını, zayıf noktalarını, eğilimlerini çok iyi biliyor ve bunları ateşlemeyi ve kullanmayı da çok iyi beceriyor o yüzden.. tıpkı kumarı, uyuşturucuyu, zararlı hatta aşağılık gibi gelen ve bir türlü de bırakamadığımız her türlü alışkanlıklarımız hatta düşkünlüklerimiz nasıl yine de çekiyorsa bizleri, sanırım son derece şeytani bir düşünce sonucu ortaya çıkan hatta belki de şeytan icadı ya da şeytanın ta kendisi olan kapitalizm, ne yazık ki bizi zayıf noktalarımızdan çok iyi avlıyor.. ne dinlerin çağrıları, ne filozofların ve düşünce insanlarının uyarıları, ne de onu yıkmak için ortaya çıktığını iddia eden sosyalizm ve onu  türevleri bu şeytani sistemi yıkamadı bugüne kadar.. her seferinde, darbeler alsa da sonunda hep zaferi kazanan o oldu.. düzenini her defasında yeni buluşlarla sürdürmeyi hâlâ   beceriyor...
   İşte Acun medya da bana göre bu sistemin en parlak örneklerinden ve destekçilerinden.. doğruyu, iyiyi, faydalıyı, insanca yaşamı öneren veya özleyen bir çok programı izlemek yerine insanlar, kızarak, üzülerek hatta nefret ederek de olsa onun programını izlemekten kendilerini alamıyorlar.. yıllar önce izlediğim bu filmde olduğu gibi bu insanlık dışı dediğimiz kapitalist  sistemi yine aynı sistemin içinden yetişen duyarlı insanlar çok güzel ve anlamlı bir şekilde eleştirseler ve bizleri uyarsalar bile, bizler ne yazık ki sonunda dönüp dolaşıp Acun ve benzerlerinin programlarını izlemeyi tercih ediyoruz.. çünki bize bizi anlatan ve duygularımızı kamçılayan şeyler, yanlışımızı gösteren ve nasıl olmamız nasıl davranmamız gerektiğini söyleyen ve anlatanlara göre daha alçak gönüllü, sevimli ve hatta bizden biri gibi geliyor.. politikada da, eğitimde de, hatta aile içinde ve dostlar arasında da bu böyle değil midir.. acı söyleyen dost veya ebeveyn veya insanlar yerine, bizi eğlendireni, güldüreni ve hayal aleminde de olsa oyalayanı tercih etmiyor muyuz..


   İşte böyle...

Yorumlar

  1. Acıyı söylemeyi bilmek de önemli. Bazı insanlar vermek istedikleri mesaj ne kadar ağır olsa da, onu yumuşatarak, söz sanatlarıyla güzelleştirerek resmen "satış yapar gibi" sunuyorlar. O zaman kırıcı da olmuyor. Bu konuda uzmanlaşmayı çok isterdim ama ben önce konuşup sonra düşündüğüm için beceremiyorum...

    YanıtlaSil
  2. Altına imzami atacağım bir yazı! Eşim de yemek programlarını izliyor. Mutfağa meraklı olduğu için bunu yaptığını söylüyor ama programlardaki düzey yerlerde sürünüyor. Benim haber programlarına takılmamdan da nefret ediyor. O da haklı. Aynı kişiler, her akşam kendilerini tatmin ediyor. Bazen izlerken zıvanadan çıkıyorum. Kanallar karşıt görüşlü ikişer kişiyi çıkarıp bize horoz döğüşü izlettiriyorlar. Bu da bahsettiğiniz üzere toplumu farklı bir uyutma taktiği:)

    YanıtlaSil
  3. Tek kisi kimseleri görmeden disari cikabilirz ben böyle cikcaksam disari cikiyom bunu da bir bencillik olarak görmüyom 😄

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

17- Göçmüş Kediler Bahçesi

28- İş bölümü

Mağduriyet