Hayal Kadın..

 


   Kahverengi tonuna kaçan uzun siyah saçlarını, neredeyse her yerde ve zamanda, cebinde taşıdığı küçük ama güzel ve kaliteli tarağıyla sık sık tarardı.. bu hareketi bilinçli mi yapardı bilmem, bazen saçlarını arkada toplar, ağzında tuttuğu yuvarlak lastik veya örgü halkayı sol eline alır, alışkın hareketlerle tuttuğu saçlarını kolaylıkla iki, hatta üç kere bu halkanın içinden geçirerek gergin düzgün bir şekilde at kuyruğu şeklini veriverirdi o güzel saçlarına farkına bile varmadan.. bazen de yine farkına bile varmadan bu lastiği çıkarır, başını iki yana tatlı bir hareketle sallayarak saçlarını dağıtıverirdi.. bazen de yine o tarakla saçlarını tarar, omuzuna doğru eliyle de düzleyerek serbest bırakıverirdi.. bütün bunları konuşurken, birisini can kulağıyla dinlerken, veya gülerek bir şeyleri izlerken alışkın hareketlerle ama kesinlikle gösterişsiz bir tarzda yapardı.. kendisi de yanındakiler de bu otomatik hareketlerine alışkın oldukları için onlar da bunun farkında bile olmazlardı sanki..


   Bazen de yine farkında olmadan, tamamen içinden gelen bir istekle o zamanın moda şarkılarını söylemeye başlayıverirdi o güzel sesiyle.. ne bir radyo ne de bir eşlik eden müzik aleti veya mırıldanma olmadan.. bunun da farkında değildi sanırım.. tamamen içinden gelen bir his ya da ruh hali ona bu şarkıyı söyletiverirdi işte.. genelde yanında olan sevdiği arkadaşları da ona iştirak eder, bir kaç şarkıyı peş peşe yüksek sesle, kimisi gözleri hafifçe nemlenerek, kimisi de birbirlerine manalı bir şekilde gülümseyerek onun güzel sesini yalnız bırakmamaya hatta güçlendirmeye çalışırlardı..


   Arkadaşları arasında sevilen, aranan biriydi.. o da onları sık sık arar hatırlarını sorardı tabi ama ilgi odağı genellikle oydu.. bunun da bilincindeydi galiba, ama hislerini öyle uluorta ifade edenlerden veya hayırsız! nerelerdesin, aradığın sorduğun yok diye olta atanlardan hiç değildi.. güzel sesiyle konuşmaya başladığında tüm arkadaşları hemen susar, gözlerini onun güzel dudaklarına ve yüzüne dikerek can kulağıyla dinlemeye koyulurlardı onu.. ne dediği pek de önemli değildi, nasıl dediği ve kendisini nasıl ifade ettiği hep dikkat çekmişti.. bir de o hemen fark edilen nazik ve kibar tavırları.. tüm arkadaşları onu kendilerinden biri gibi görmelerine rağmen yine de onda, onlardan çok farklı, apayrı bir cevher, değişik bir maya olduğunu hemen anlarlardı.. yüzünde hemen hemen hiç eksik olmayan asil bir gülümseme görünümü belki başka birinde yapmacık gibi durur, hatta gülüşmelere bile sebep olabilirdi, ama onda hiç de yapmacık durmuyordu bu nazik gülümseme ifadesi.. hatta bu kız hiç mi acı çekmiyor, ne bu Polyanna tavırları diye herhangi birinin bir an bile aklına geliverecek düşünce, birkaç saniye sonra buharlaşıp yerini hafif bir hayranlık, biraz da insanı hayallere sürükleyen bir sarhoşluk haline sokuverirdi..


   Belki de bu yüzden hayal kadın diye nitelendirebileceğimiz bir konuma yükseltilmişti kahramanımız.. sadece arkadaşları veya onu birazcık yakından tanıyan kişiler arasında değil neredeyse ailesi içinde bile çocukluğundan itibaren yavaş yavaş bu konumu almıştı.. erkek kardeşlerinin sabırsız ve haşin tavırlarını annelerinden bile daha sakin ve anlayışlı karşılaması, sevecen ama yine de mesafeli nezaketi onlarda da ona karşı bir saygı uyandırmıştı.. onların gömleklerini, pantolonlarını onların haberleri bile olmadan jilet gibi ütüler, dışarıya çıkacakları zaman annelerinden bile görmedikleri bir ilgiyle, merasim kıtasında hazırlanmakta olan askerlerini gözden geçiren bir komutan edasıyla kontrol eder, hiç bir eksiklik bile bulamasa son bir kere omuzlarını eliyle temizler gibi yapar, kravatlarını bir kere daha düzeltir sonra da dışarı çıkmalarına izin verirdi.. o sırada kendisinin de her zaman tertemiz ve uyumlu bir kıyafetinin olduğunu, saçlarının her zamanki gibi düzgün ve taranıp şekil verilmiş olduğunu, gözlerinin hep parlak ve yüzünün hep asil bir ifade içinde, ciddi ama sevecen bir görünümde olduğunu söylememize gerek yok tabi...


   Ancak o zamanın Türk filmlerinde yahut ta Amerikan salon filmlerinde göreceğimiz bir baş rol hanımefendisi rolü, bu güzel kıza nereden gelmiş ve tabi bir şekilde hiç de sırıtmadan nasıl tam oturuvermişti kimse bilmiyordu.. sanki annesinin karnında iken bu huyu edinmişti .. sadece arkadaşları arasında veya onu pek de tanımayan insanların arasında saygıdeğer bir konumda değil, kendi akrabaları hatta ailesinin içinde bile saygı duyulan, karşısında farkına bile varılmadan kendisine çekidüzen verme ihtiyacı hissettiren bu kız, bu durumunun farkında mıydı acaba.. kendi yarattığı bir aura'nın elbette farkında olması lazımdı, ama ona o kadar olağan geliyordu ki bu hal, başka türlü bir davranış aklına bile gelmiyordu sanki..


   Yaşıtları (tabi ki kızlar) arasında olduğu zamanlarda, hatta en neşeli ve gelişigüzel konuşulduğu, erkekler hakkında veya açık saçık fıkralar anlatılırken veya erotikimsi macera veya durumlar konuşulurken bile onun yüzü hafifçe pembeleşmekle beraber sadece gülümser, komik hadiselere yüksek sesle tepkiler vermez, tüm arkadaşları neşe ve çığlıklar içinde gülerlerken o hiç bir zaman kahkahalar atmazdı,  sadece hafifçe gülümser ve olan biteni, komik veya erotik durumları sanki anlamaz, hatta belki de anlamazlıktan gelirdi.. yani kendisine bile çizdiği kırmızı çizgileri vardı denilebilir.. ama hiç bir şekilde bu sert kabuk kırılıp içinde ne olduğu, içeride çok leziz ve eşsiz bir tatta bir madde mi olduğu yoksa tatsız ve sıradan bir dolgu maddesi mi olduğu, yoksa sanki cennetten gelmiş bir koku ve tat rayihası mı olduğu bilinemezdi.. annesi bile, bu kızın hali ne olacak, hep böyle mi kalacak, hayat arkadaşı can yoldaşı olmayacak mı, dünya evine giremiyecek mi yoksa! diye hayıflanmaya başlamıştı.. ama onda böyle endişeler hatta ufak da olsa esintiler olmadığı neredeyse kesindi..


   Melekler hayallerimizde hep kanatlı olur ve gariptir sanat ve mitolojide hep kadın vücudunda tasvir edilirler.. bunun nedenini araştırmak derin bir konu olsa gerek.. belki de insan psikolojisinin ana konularındandır kim bilir... erkeklerin çoğunun hayalinde kadınlar melek gibi görünür ve düşünülür hayatlarının ilk çağlarından itibaren.. ama zaman geçip kendileri şeytanlaştıkça onların da ister istemez şeytanlaşacağını anlarlar büyüdükçe.. hatta bunu ister ve beklerler bile.. öyle ya, bir melek ancak ulaşılamaz bir konumdadır onlar gibi dünyevi konular, hatta şeytani düşünceler içinde bocalayan insanlar için.. kendi hamurlarından kadınlar ararlar veya kendileri gibi düşündüğünü tahmin ettikleri kendi mayalarından kadınları yani kısacası kendileri gibi olan insan eşlerini ararlar hep.. melekler  sadece ideallerde veya bembeyaz mermerden yontulmuş  yunan heykellerinde olduğu gibi ulaşılamaz yerlerdedir artık.. melek görünümlü veya ciddi ama temiz kalpli, saf görünen kadınlardan kaçarlar biraz.. belki de ben öyle düşünüyorum.. tüm mitolojik kadın öğelerinde bu tarz melek kadınlar ve bir de bunları çekemeyen içi kötülük dolu kadınlar vardır..


   Neyse konuyu dağıtmayalım ve tehlikeli sulara kulaç atmayalım, bizim melek görünümlü -hatta görünümlü demeyelim meleğin ta kendisi olan- kızımız da işte böyle kanatsız bir melek gibiydi ve ölümlü dünyalılar arasında kendi sakinliği ve özel aura'sı ile bir kraliçe veya daha doğru ifadesiyle bir yeryüzü meleği gibi dolaşırdı.. ama ne yazık ki elinde sihirli bir asası yoktu canını sıkanları bir anda buz heykelleri haline getirecek, kanatları da yoktu bir anda uçup havada gözden kaybolacak.. sadece insanlar arasında dolaşan hayal kadındı o... ulaşıl(a)maz kadın...


   Kuşkusuz böyle kadınlar olduğu gibi bunların benzeri erkekler de vardır.. en azından teorik olarak olması gerekir diyelim.. işte bizim hayal kadınımız sanki böyle bir erkeği arıyor gibiydi.. onun beyaz atlı prensi ancak böyle biri olmalıydı.. ama o beyaz atlı ve melek kalpli prens nerelerdeydi bilinmez.. öyle biri varsa bile bizim hayal kadınımızı nereden bulup karşısına çıkacak.. çok çok küçük bir ihtimal.. ama dünya her zaman mucizelerle doludur, bir bakarsın şimşek çakmış ve bir mucize oluvermiş.. gerçi durgun, bulutsuz güneşli bir yaz gününde şimşek çakması ihtimalinin ne kadar olduğunu sorsanız kimse cevaz veremez.. ama şurası da bir gerçek ki tüm dünyanın üzerinde her saniyede bilmem kaç kere şimşek çaktığı da yine bilimsel ve bilinen bir gerçektir.. işte mesele o şimşeğin bizim hayal kadınımızın tam da önünde çakması gerekiyordu.. teorik olarak mümkün.. ama gel gelelim...


   Şimdi düşünüyorum da o zamanları, bu melek kız, benim çocukluğumda o yaşta bile farklı biri olarak gördüğüm o melek kız, ulaşılamaz kadın, hayal kadın.. bu hikayenin sonunda nasıl bir hayat çizgisi çizdi acaba.. zaman hepimizin üzerinden silindir gibi geçti gitti.. melek kadınlar, melek erkekler, temiz aileler, içi dışı hep şeffaf o insanlar.. ne oldular, nerelere gittiler?.. haberi olan var mı?.. onlardan bahseden, onları anlatan kimler var?.. neredesiniz?....




 




 




Yorumlar

  1. Vallahi hiç böyle birini (kadın ya da erkek) tanımadım :( Tanısam da sanırım çekinir uzak dururdum, bir tuhaflık varmış gibi gelirdi bana çünkü alıştığımız "normallik" ölçülerine uymuyor. Bu nedenle sanırım meleği bırak, sıradan bir insandan sıradan bir iyilik görünce şaşırıyor hatta bazen tedirgin oluyoruz...

    YanıtlaSil
  2. Çok merak ettim n'oldu acaba cidden bu hayal kıza, hayal kadına?

    YanıtlaSil
  3. "... benim çocukluğumda o yaşta bile farklı biri olarak gördüğüm o melek kız, ulaşılamaz kadın, hayal kadın.." Hayallerimizi süsleyen meleğe ulaşıp onu yakından tanıyınca kanatları düşer mi acep?

    YanıtlaSil
  4. Melekler ulaşılamaz oluyor galiba..

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

17- Göçmüş Kediler Bahçesi

16- Veda

19- Öfke