43- Nasıl yapmalı
Gencimizin aklına düşen ''Nasıl yapmalı'' fikri ile Nikolay Çernişevski'nin, İvan Turgenyev'in ''Babalar ve Oğullar'' adlı romanına bir cevap olarak 1863 yılında yazdığı ''Nasıl Yapmalı'' isimli romanının uzaktan yakından alakası yoktu hiç süphesiz. Şu anda, zaten gencimizin daha adını bile duymadığı bu romanın; başlarında kavak yellerinin estiği o müthiş zamanlarda adeta kendilerinden geçercesine okuyup da hemen devrim yapma ve dünyayı kolayca değiştiriverme gibi bir hülyaya kapılan kantin solcularının neredeyse baş ucu kitabı olmuş olduğunu, böyle bir eserin memleketimizde de devrim yapmanın sihirli büyüsüne kapılmış gençlerimizi daha da coşturacağını düşünen soğukkanlı toplum mühendislerince hemencecik kuvveden fiile geçirilerek sorumluluğu üzerine kolayca alıveren idealist ve korkusuz mesul müdürler ve devrime kendilerini adamış küçük matbaa sahiplerinin büyük fedakarlıklarıyla basılmış ve memlekette hemen hemen gençlerin uğradığı tüm yerlere çoktan dağıtılmış olduğunu, eyleme susamış gençlerimizin de devrimin nasıl kolaycacık yapılacağını hap gibi anlatan bu yüz sayfayı bile bulmayan naif ve hayalperest kitabı adeta yutarcasına okumalarını ve hemen eyleme geçmelerini tahrik etmiş olduğunu ve böylece neticede çok sayıda yoksul ve bahtsız aileye ateş düşmesine, çok sayıda masum canların yakılmasına, dünyanın bu kadar kolay değiştirilebileceğine inanan ve her şeyi bildiğini sanıp da aslında hiç bir şeyi bilmediğinden habersiz olan ana kuzularının kumar masasında bozuk para gibi harcanmasına, o zavallı genç fidanların akıllarına bile gelmeyecek çabuklukta ve sertlikte esen rüzgarların kavurucu tesiriyle hayatlarının baharında solmalarına işte böyle kitapların ve provokasyonların sebep olmuş olduğundan bile haberi olmayan gencimizin o sırada aklında olan yegane konu, saatlerdir üzerinde düşünmekte olduğu tek mesele; Nasıl yapmalı da Jale'nin babasıyla tanışmalı? sorusuna cevap aramaktan başka bir şey değildi.
Peki gencimiz niçin bu kadar merak sarmıştı kızın babasıyla tanışmaya derseniz; işte on numara değerindeki bu soruya cevap verebilmek için de; başta Psikoloji ilmi, sonra da bir numarada Freud olmak üzere önde gelen tüm Psikiyatri uzmanlarının, insan - özellikle de erkek - davranışlarının altında yatan dürtüler başta olmak üzere meseleyi açıklayıcı tüm gizli açık sebepler ile ilgili yazıları ve yorumları, daha sonra da özellikle genç erkeklerin düşünce dünyası üzerine yazılmış edebi eserlere, en nihayetinde de gerçeklere kısa yollardan ulaşmak gibi boş bir hayalin peşinde olan aceleci insanlardan başka -aklı başında olan- kimsenin okumadığı, yarı fantazi yarı uydurma ve ancak magazin kabilinden sayılabilecek yayınlar, hatta her konuda olduğu gibi bu konuda da bir sürü laf ebeliği yapmaktan büyük zevk alan astrologların ''erkek burçları'' üzerine yorumları, hatta hatta pembe dizi aşk romanları, çizgi romanlar ve bilimsel kılıfı içinde ambalajlanmış ama kafa karıştırmaktan başka bir işe yaramayan ıvır zıvır bir çok şeyi okuyup bir hayli vakit kaybedip dirsek çürüttükten sonra eczümle; sonuç olarak insan ırkının erkek cinslerine özgü bir düşünce kalıbı olup olmadığı, karşı cinsle ilgili davranışlarında hangi saiklerle karar veriyor ve nasıl bir mekanizmayla düşünüyor olabilecekleri sorusuna, aynı muğlaklıkla bir yanıt vererek; Bunu bilen ve çözen babayiğit henüz ortaya çıkmadı! diyerek işin içinden sıyrılma çabasında bulunabiliriz. Çünkü kadınlar üzerinde düşünmeye başlayan (acaba başka konu var mı ki, hele hele o yaşlarda) bir erkek beyninin nasıl çalıştığını açıklayabilmek henüz -bu modern çağda bile- çözülememiş bir muamma olarak ortada durmaya devam etmektedir.
Her neyse, gencimiz işte bu düşüncelerle ve şarabın da kuvvetli etkisiyle uyuyup kalmış, ve sabahın erken bir saatinde de aniden gözü açıldığında aynı soruya cevap ararken buluvermişti kendisini.
Hemen toparlanıp kalktı, hızla hazırlanarak, bu arada guruldamakta olan midesini susturmak amacıyla masanın üzerindeki geceden kalmışları silip süpürmeyi de ihmal etmeyerek, sonra da ortalığa biraz çeki düzen verdikten sonra kendisini dışarı attı. Evet, bir sebep bulacak ve görünüşte babası ile tanışmak gibi masum bir gerekçe ile de olsa Jale'nin kapısına dayanacak ve ulvi görevlerine, yani memlekette artık iyice belli olan ve kendisini acımasızca hissettiren cehalet ortamına bir son verebilmek için giriştikleri bu hamleye, şimdilik kimsecikler tarafından bilinmeyen bu tarihi eyleme başlangıç olacak ilk adımları atacak, bu devasa hizmetle halkımızın entellektüel zenginliğine büyük bir katkı sunacak olan ''Felsefe ve fikir akımları tarihi ile günümüzdeki etkileri''nin anlatıldığı büyük yazı dizisine bir an önce başlamak için ''Ne gerekiyorsa'' onu yapmaya başlayacaktı. O anda kendisini, Garp Cephesinden gelen son Emperyalist taarruza karşı direnen genç ve vatansever bir nefer olarak görüyordu şüphesiz. Bu yazı dizisiyle halkımız aydınlanacak, etrafında döndürülmeye çalışılan fırıldakların ve komploların farkına varacak, neredeyse nefes almasına bile mani olan o görünmez zincirlerini kırıp atacak, ayağa kalkacak ve büyük bir devrim yaparak bütün dünyaya parmak ısırtacak, Türkün gücünü ve zekâsını dost düşman -pek dost da yoktu zaten- herkese gösterecek, başta Sacit Sami bey ve Orhan Hoca (ve elbette Jale'nin babası) olmak üzere, sonra da tabi ki Jale ve genç muhabirimiz, ortaya koyacakları muazzam başarılı eserlerini gururla izleyeceklerdi. Gerçi onların adı bu hikayede pek önlerde yer almayacaktı, çünkü savaşlar nasıl isimsiz kahramanlar ve kendilerini fedakarca ön saflara atan vatanseverler sayesinde kazanılır (ve sonunda onlar sade bir isimsiz kahraman anıtı ile anılır) ve tarih onlardan pek bahsetmez ise de, bu ateşi başlatan ve gittikçe harlatıp sonunda elden ele büyüterek tüm ülkeyi aydınlatan bir meşale haline getirenler olarak toplumun hafızası ve vicdanında onların hakkı her zaman bilinecek ve saygı ile yadedilecekti, ve bu da onlara yetecek de artacaktı bile.
Bu büyük ülkü ve devrim heyecanıyla gittikçe hızlanan kararlı ve sert adımlarla kısa zamanda gazetenin idarehanesine ulaşan gencimiz yine kapıdan ilk giren kişi oldu bugün de. Daha sabahın erken saatleriydi ve aydınlanma ateşinin ilk yakıldığı yer olan bu mütevazı yazıhane o anda gözüne solgun ve fazlasıyla sade geldi nedense. Hemen çaydanlığı musluk suyuyla doldurup sonra da tüp gazıyla çalışan üçlü eski ocağın küçük gözünü yakıp üzerine koydu, boş demliği de üzerine yerleştirdikten sonra ilerdeki fırından taze poğaça simit gibi çayın en yakın arkadaşlarını almak üzere dışarı çıktı.
Geri döndüğünde de henüz kimselerin gelmediğini gördü, olsun dedi ve masasına geçerek büyük bir ciddiyetle günün haberlerini okumak üzere çoktan demode olmuş bulunan masaüstü bilgisayarını açtı, bir süre bekledikten sonra açılan ekrandaki hemen hemen her gün birbirinin tekrarı gibi görünen haberleri izlemeye başladı. Yahu bu memlekette haberler bile sıkıcı, cinayetler bile birbirinin aynı neredeyse, heyecan verecek bir seri katilimiz, bir zeki dolandırıcımız, aklı başında bir siyaset adamımız bile yok, hepsi birbirinin taklitçisi sanki, insan mesleğinden soğuyor diye bir düşünce tutturmuştu ki bu fasit daireden onu aniden açılan kapı ve içeri giren Fatma hanım kurtardı. Onu masasının başında gören Fatma hanım da şaşırdı ama pek belli etmemeye çalıştı tabi ki. Kısa bir hoş beşten sonra bu çarıklı erkanı harp kadın ilk salvosunu yaptı.
- Jale hanım gelecek mi Fahrettin bey? dedi. Bir yandan da mutfağa ve tezgahtaki simit poğaça paketlerine bakıyordu ve gencimizin içinde kopan fırtınanın acımasızca üstüne gidiyordu adeta. Kadınlar ne kadar meraklılar yahu bu konularda dedi, hem kocalarının anlayışsızlıklarından kabalıklarından yana yakıla bahsetmekten zevk alırlar, aşk denen şeyin ne kadar anlamsız bir şey olduğunu, soğuk algınlığı grip gibi çabucak bulaşıp yatak yorgan yatırdıktan ve insanı paçavraya çevirdikten sonra geride yorgun ve halsiz bir beden, akmakta devam eden burun ve göz, iştahsız bir mide, bomboş bir kalp ve kafa bırakarak çekip gittiğini ve adeta ondan uzak durulması gerektiğini söylerler, ama o müthiş sezgileriyle de aşkla ilgili en ufak bir kıpırtıyı bile hissederler, aynen eski bir kemik kırığının gelmekte olan lodosu veya fırtınayı hissettiği gibi. işte Fatma hanımın burnuna da tenceredeki yemeğin biraz kuvvetli ateşte kalması sonucu ortaya yaydığı yanık kokusu gibi bir şeyler gelivermişti işte. Oysa kokudan henüz gencimizin bile haberi yoktu gerçekten. Ah kadınlar! siz yok musunuz...
Fahrettin kızarıp bozararak, şakakları terleyerek de olsa yine de renk vermediğini sanarak; - Bilmiyorum ki, dedi. O anda bu cevaptaki çaresizliğe kadıncağızın da içi yandı ve çocuğa acımayla ve bir anne gözüyle bakmaya başladı, ve bu sayede de acıtıcı sorularla yarayı deşelemekten vaz geçti, içini çekerek mutfağa doğru yöneldi, gencimiz de rahat bir nefes aldı nihayet.
Çay tam demlenip de kadıncağız içeride hazırlıklarını tamamladığı sırada da patron geldi. Gencimiz patronu kaynanası seviyormuş dedi içinden ve kısa bir hoş geldiniz faslından sonra çay servisi de hemencecik başladı. Görünüşte her günkü gibi bir gündü işte, ama bir de gencimize sor sen onu. Bir gözü patronda, aklı Jale'de, görünüşte masasının başında meşgul gibi görünen gencimiz nasıl etse de konuya girse onun derdindeydi aslında. Birinci çaylar ve yoldaşları bitince patronun keyfi de yerine geldi ve ortaya sorar gibi sordu;
- Nasıl gidiyor Fahrettin? dedi, yazı dizimizin hazırlıklarına başladınız mı?.. Sanki ikisinden bahsediyor gibiydi bu soru, gencimiz bir süre ne cevap vereceğini bilemedi, ama birden beyninde yüz mumluk ampul parlayıverdi,
- Ben kendi payıma düşenleri planlıyorum hocam dedi, ama acaba Jale'nin çizimleri ne aşamada? bugün getirecek mi? malum onları klişeciye götürmemiz lazım bir an önce.. cevabından kendisi de memnun ve rahatlamış haldeydi şimdi. Patron ne diyecek diye merakla bakıyordu artık.
- Valla bilmiyorum ben de dedi patron, sonra da bir tecrübeli moderatör edasıyla; - İstersen bir ara sor bakalım kendisine, ya da bugün de gelmeyecekmiş, en iyisi sen evlerine kadar bir uzan, hem bitmiş çizimleri alırsın, hem de evdeyse Teoman'la tanışırsın dedi, sanki basit bir şeylerden bahsedercesine. Sanki yaşlı kurt Fatma hanıma gizliden muzipçe bakmıştı o anda ama gencimizin hiç bir şeyi fark edecek, görecek, hatta hissedecek hali yoktu doğrusu..
* * *
Yorumlar
Yorum Gönder