44- Cazibe

 



     Fizikte kuvvet kavramı diye bir şey var; Bir nesneyi hareket ettiren, hızında değişikliğe yol açan etki diye özetleyebiliriz kısaca. Her şeyi ıcığına cıcığına kadar ayrıştırmaya ve incelemeye meraklı fizikçiler kuvvet dediğimiz kavramı da sonunda birbirinden ayrı özellikleri olan dört temel kuvvete indirmişler, bir çok kuramsal fizikçi de aslında bu dört temel kuvvetin de birbirleriyle ilişkili olduğuna inanmaktadırlar ama şimdilik oraya gelmeden önce kısaca bu dört kuvvet neymiş onu hatırlayalım. İşi taa Arşimede, Democritusa kadar götürmeden, günümüzde bu dört temel kuvvetin; atomun çekirdeğini oluşturan cisimler arasında işleyen Zayıf nükleer kuvvet ve Güçlü nükleer kuvvet diye nitelenen iki kuvvet ile, elektrik yükleri arasındaki etkileşmeleri tanımlayan Elektromanyetik kuvvet ve bu üçünden sonra kuvvetlerin sonuncusu olan ve en zayıf kuvvet olarak tanımlanmasına rağmen neredeyse tüm kainattaki gördüğümüz galaksileri bile yerinden oynatan Kütle çekim kuvveti. Burada kısa bir ara verelim ve hiç bir şekilde durmak dinlenmek nedir bilmeyen insanoğlunun iyice kafası çalışanlarından olan fizikçilerin aklına uyarsak bu dört kuvvetin dışında henüz şu anda farkında olmadığımız ama tüm evreni dolduran ve aslında galaksileri etkileyen bir beşinci kuvvetin de olabileceği ve ''açıklanamayan'' bir çok durumun da bu kuvvet sayesinde açıklanabileceği gibi bir umudun da olduğunu hatırımızda tutalım.


     Her neyse, fizikçiler tabi durmak nedir bilmediklerinden olsa gerek, bu dört kuvveti de tek bir kuramda açıklamanın gayretine girerek o meşhur ''Her şeyin teorisi'' ni ortaya çıkarmanın derdine düşmüşler. Nasıl, felsefeciler gibi fizikçiler de her şeyi kolayca açıklamanın çekiciliğine kapılıyorlar değil mi? Bu ''Her şeyin teorisi''ni bulma merakı, biraz düşünmeye başlayan, ama hemencecik de sonuca varmaya gayret eden insan zihninin bir zaafı olsa gerek. Netice olarak fizikçiler sonunda Kütle çekim kuvveti dışında ilk üç kuvveti tek bir teori yani o bir türlü anlamadığımız grekçe harf ve sembollerle kara tahta üzerinde biz fanilere değil de kendilerine ispat etmiş durumdalar. En zayıf ama en etkili olan çekim kuvvetini de nasıl etsek de bu formüllerin içine dahil etsek diye kafa patlatıp duruyor ve Nobel ödüllerini almanın hayallerini kuruyorlar. Tabi bu arada başka kuvvetler bulup onları da bu oyunun içine dahil etmeye çalışan başka acar fizikçiler  pişmiş aşa su katma çabası içine girmezlerse.


     Bu kadar malûmatfuruşluğu niçin sergilediğimize gelirsek, acaba şimdilerin ''Çekim, yabancı dille Gravitasyon'', o bir türlü vaz geçemediğimiz eskilerin sihirli diliyle Cazibe dediğimiz kuvvetin insanlar arasında ve hele hele iki karşı cins arasında da olup olmadığı, daha doğrusu hep görüp maruz kaldığımız bu cazibe dediğimiz kuvvetin psikolojik alan dışında bir fizikçinin soğuk ve sorgulayıcı bakışları altında incelenip incelenemeyeceği meselesi yani lafı dolandırmadan söyleyelim bu insani cazibe ''Olayının'' her şeyin teorisi gibi bir formülle açıklanabilip açıklanamayacağı ''Sorunsalı'' kafamızı şu an meşgul eden şey. Zira o sabah evden çıkarken Fahrettin'in aklına gelmeyen, farkında bile olmadığı, ama hemen her hareketinin altında temel kuvvet gibi onu etkisi altına almış olan bu cazibe kuvvetinin ne menem bir şey olduğu düşüncemiz aklımızda. Acaba; Patronun içindeki birazcık şeytanlık etkisiyle de olsa, onu Jale'nin evine yönlendirmekteki maksadı; bu cazibe kuvvetinin insanları, özellikle de toy delikanlıları nasıl gülünç hatta acınacak durumlara düşürebildiğini görmek, bu olayı güzel bir spor müsabakası izler gibi takip etme isteğiyle yanıp tutuşan Fatma hanım gibi sıkı seyircilere güzel bir maç izletme peşindeki bir teknik adam gibi oturduğu koltuktan eski aktif sporculuk zamanlarından edindiği tecrübeleri bu kez teknik direktör olarak oyuncusunu sevk ve idare etmenin keyfini sürmek isteği mi yatıyordu bilemeyiz tabi ki, ama bu cazibe meselesi nasıl o kocaman galaksileri çekim gücü dediğimiz ve henüz mahiyeti tam anlaşılamamış zayıf ama gücünden hiç bir şeyin kurtulamadığı, aynı şekilde de insani ilişkiler hatta belki de tarihin yazılmasını en başta etkileyen ve yine mahiyeti tam olarak anlaşılamayan insani -en çok da insanın kadın kısmına ait- cazibe gücü, hemen hemen hepimizi etkileyen bu yumuşak güç, neydi onu düşünmekteyiz şu an ''Fahrettin özelinde''.


     Tabi muradımız Fahrettin'den yola çıkarak insan ilişkilerinde en temel kuvvet olan, ve kadınlar tarafından etkili bir biçimde kullanıldığında yeri yerinden oynatan, insanları bir birine kırdıran, tarihin yönünü değiştiren bu cazibe kuvvetini bir fizikçi veya psikolog, ya da evrim teorisine çok fazla güvenen bir biyolog gözüyle çözümlemeye çalışmak bizim gücümüzün ve kapasitemizin çok üstünde bir çaba, ama aynen Fahrettin de işte o gün patronun ona gösterdiği taktiksel yol üzerinde düşünürken birazcık bu vaziyetin farkına varmış gibiydi, ve neden Jale'yi o kadar çok görmek istediğini düşünüyordu masasının başında bir şeyler yazma pozları gayreti içindeyken. Tabi o anda aklına cazibe kuvveti gelmiyordu şüphesiz, o bizim gibi olayın dışında kalmış, uzaktan ve karışık duygularla kâh acıyarak, kâh eğlenerek, kâh bu işin nereye varacağını merak ederek, ama kesinlikle mangalda pişen kestanenin durumunu anlamadan onu yemenin hayalini kuran, sevdiğinin koluna girmiş sinemaya gitmekte olan bir kişi ruh haliyle olayı takip etmekte olan seyircilerden hiç olmazsa biri buna kafa yoruyordur diye düşünüyoruz. Zaten maça veya sinemaya neden gider ki insan, oyalanıp hoşca vakit geçirmektir amacı değil mi? Ama işte binde bir kişi de bu olayların altında yatan temel kuvvet neydi onu düşünmeye başlar, sanki bulup da ne yapacaksa, o da ayrı mesele..


     O gün, yine Jale'den bir haber çıkmamasıyla sonuçlandı ve artık çıkış saati yaklaşırken acar muhabirimiz utana sıkla patrona şu soruyu yöneltti; - Hocam, klişeleri almaya ne zaman gideyim?..


     Patron bu damdan düşer gibi sorulan soruyu önce gerçekten de anlamadı ve sorar gözlerle gencimize, -Ne klişesi? der gibi baktı, ama kısa bir süreden sonra vaziyet aklına geldi, oysa siyaset ve mücadele konularına o kadar dalmıştı ki böyle süfli konuları unutmuştu bile, ama bu soru ve verilecek cevabın karşısında zavallı bir şekilde duran genç için en hayati bir konu olduğunu hemen anladı ve içinden çocukcağızı ne hallere düşürüyoruz yahu diyerek hayıflanarak; -Ben bir sorayım Jale'ye, müsait bir zamanda hem klişeleri alırsın hem de Teoman'ı görürsün, böylece bir taşla iki kuşu birden vurursun dedi. Aslında gerçek kuşun şu anda karşısında durduğunu görerek bu vaziyete gülmemek ve üzülmemek için de birazcık kendisini tuttu. Galiba o anda cazibe konusunu olmasa da etkilerini düşünen tek ''Tarafsız gözlemci'' oydu.


     Mesai sonrası kendini dışarı atan mazlum gencimiz bir süre ne yapacağını bilmeden sokaklarda dolaşıp durdu. Sonra da aklına şoför Osman abi geldi ve gazetenin karşısındaki durağa tekrar döndü. Ne hikmetse bugün Osman ağabey duraktaydı. Acaba patron bugün neden onunla gitmemişti? Hem bunun sebebini öğrenmek hem de biraz laflayıp eğer işi yoksa onu yakınlarda bir ayak üstü veya koltuk meyhanesine davet ederek hem verdiği sözü yerine getirme, hem de içinden bir türlü çıkamadığı (aslında ayın çekim gücüne kapılmış bir uzay aracı durumundaki gibi bir bağımlılık) vaziyetinden azıcık da olsa kurtulma isteği vardı.


     Doğrudan Osman beyin arabasına doğru gitti, Osman abi direksiyon başında oturur durumda olurdu çoğu zaman nedense, galiba diğer şoförlerden ayrıcalıklı hissediyordu kendisini, ya da onlar biraz korkuyla karışık uzak durma isteği duyuyorlardı ondan, o ihtimal daha kuvvetliydi galiba, ama gencimiz nedense geçen sabah okuldaki kritik durumdan kurtarma hadisesinden sonra özellikle daha yakın hissediyordu ona, hemen hemen aynı kökenden, yani uzak bir Anadolu köşesinden gelmişliği halen de üzerinden atamamış bu adamda ikisinin de aynı damardan beslendikleri hissini duyuyordu, bu kocaman ve kaotik şehirde güvenebileceği nadir kişilerden biri olarak görmüştü onu.


     - Merhaba Osman abi, dedi. Nasılsın?, bir programın var mı bu akşam için, müsaitsen yakınlarda bir yerde oturup bir yemek yiyip bir şeyler içelim mi? Sonra da böyle bodoslama konuya girdiğine utandı, ama halden ve gencimizin durumundan adeta bir müridi karşısına çıkıp da daha bir şey sormadan ne soracağını bilen  kalender bir şeyh gibi anlayan Osman bey bir bilge adam zarafetiyle; - Bu akşam benim de eve gidesim yok, iyi fikir Fahrettin bey, yakınlarda bir yere gidip iki tek atar laflarız, iyi olur dedi.


     Gencimiz bu halden anlar ağabey ne kadar iyi bir insan diye düşünerek ve kolayca halloluveren bu konunun çözümüne de sevinerek, -O zaman yeri sen seç, ama ödemeler benden olacak tamam mı, beni kırma ağabey dedi. Anadolu'da bu ödeme meselesinin ne kadar önemli bir konu olduğunu bildiğinden öte yandan da Osman beyin bu söze nasıl bir tepki vereceğini bilemediğinden korkuya kapılmıştı doğrusu, ama halden anlar adam, biraz da gencimizin ruhi durumunu çoktan çözmüş olduğundan onu kırmamak için -Tamam Fahrettin, çok istediğini anladım, ama tek şartım var, bir dahakinde de bendensin onda da anlaşalım o zaman, dedi. Gencimiz bunu da sevinç ve minnettarlıkla kabul etti, ve Osman ağabey arabadan çıkıp, aracı kilitledikten sonra iki alt sokaktaki biraz gösterişsiz, daha çok da müdavimlerin devam ettiği eski usul meyhanenin yolunu tuttular.


     Sadece dört masa ve her masada dörderden toplam onaltı kişilik kapasitesi olan meyhaneye girerken meyhaneci ve yardımcısı Osman beyi saygı ile selamladılar ve arkalarda boş bir masaya buyur ettiler. Uygun bir süre sonra da gelen garsona bir ufak rakı, zeytinyağlı ufak tabaklarla bir kaç meze ısmarladılar ve kısa zamanda donatılan masayı gözden geçiren garson uzaklaştıktan sonra da alışık hareketlerle bardakları doldurup üzerine azıcık soğuk su ilave eden Osman ağabey, -Hadi şerefe! diyerek kadehini kaldırdı ve gencimiz de saygı ile ona eşlik ederek ilk yudumlarını aldılar. O andan itibaren Osman ağabeyin yüzü gevşedi, halinden memnun bir insan haline girdi, gencimize bakarak -Hadi konuş! dercesine dinleme pozuna girdi. Galiba gencimizin içindekileri okuyor gibiydi, acaba bu adam her şeyi biliyor mu diye bir korku veya şaşkınlık hali içinden geçmedi değil, ama o da koyverdi kontrol dizginlerini, şu anda sanki sorgu odasında ötmeye başlayan acemi suçlu gibi hissediyordu kendisini...






                                                              *                     *                    *






Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mağduriyet

28- İş bölümü

17- Göçmüş Kediler Bahçesi