65- Gayya Kuyusu

     Patron biraz önceki sözlerini unutmuş gibi dalgınlıkla gencimize uzun uzun bakarak şöyle dedi;


     - ''Homo Homini Lupus'' sözünü bilirsin değil mi, peki bu sözlerle Romalı bilge neyi  kastetmiş olabilir sence?


     - İnsanların diğer İnsanlara karşı, ya da insan ırkının kendisi için en tehlikeli yaratığın yine insan olacağını söylemek istemiş sanırım hocam, dedi gencimiz.


     -Bravo Fahrettin! dedi Patron, ben bu genci boşuna yanıma almamışım der gibi bakarak. Aslında bu kadarcık bilgi her gazetecinin hafızasında yer etmiş olmalıydı, ama ne yapacaksın, bu memlekette böyle ufak tefek meziyetlere bile dua edecek hâle gelmiştik ne yazık ki. Yokluğun gözü kör olsun!


     - Bazı canlılarda da böyle kendi cinsine düşmanlık var, mesela kediler alemi diye düşünürsek en büyüğü olan aslandan, en küçüğüne kadar bütün kedilerde özellikle erkek kediler bilerek veya bilmeyerek kendi nesillerini devam ettirmek amacıyla diğer bütün yeni doğmuş kedilerin doğal düşmanı oluyorlar, bu davranış biçimi köpeklerde var mıdır bilemiyorum ama bir çok memeli ve balık türlerinde kendi cinslerine düşmanlık veya onları da yiyecek olarak görme davranışı var. İnsan insanın kurdu derken gerçekten de içgüdüsel de olsa insanların da birbirlerini yemek isteğini de mi anlatmak istemişler acaba bilmiyorum ama, bu söz insanda yamyamlık zamanlarından tevarüs etmiş bir eğilimin sanatsal bir formülize edilmiş hâli de olabilir mi diye düşünürüm zaman zaman, diye devam etti Patron. Gencimiz kafası karışmış bir vaziyette acaba patron haklı olabilir mi, içgüdü ile mi, yani bu kadar basit bir sebeple mi insanlar birbirlerini yemeye çalışıyorlar diye düşünürken Sacit Sami bey başka bir dala atlıyordu o sırada;


     - Biz, dedi, acaba medeniyet, hümanizma, mazlumların kardeşliği, empati filan derken boş düşünceler ve konuşmalarla mı vakit harcıyoruz? dedi ve devam etti; -daha son bir iki yüzyıl öncesine kadar bu kavramlar kimsenin aklına bile gelmiyordu, insanların daha doğrusu erkeklerin büyük bir kısmı derebeylerinin veya aşiret reislerinin peşine takılmış, diğer grupları öldürüp mallarını yiyeceklerini yağmalamak, kadınlarını kızlarını esir alıp kendi işlerinde kullanmak veya pazarlarda hayvan gibi satmanın planlarını yapmıyorlar mıydı?, bunları yaparken ne empati, ne acıma duygusu ne de dini duyguların etkisiyle de olsa bir merhamet hissi duymuyorlardı kesinlikle. Daha bu yüzyılın başında bile, hatta hatta bugünlerde bile böyle davranan ve bu yaptıklarının en azından ayıp veya günah olduğunu düşünmeyen milyonlarca insan yok mu dünya üzerinde? Kan davaları, bitip tükenmeyen toprak kavgaları ve masallarla insanların kafasında sürekli olarak canlı tutulmaya çalışılan ezilmiş milletler ve mazlumlar edebiyatı, kişiye ve duruma göre değişen hainlik ve kahramanlık kavramları, bu ''Lupus'' la karşılaştırıldığında bu zavallı kurtçuk kelimesi ne kadar masum geliyor insana değil mi?. İnsan insanın kurdudur derken neden aklımıza sadece insanların birbirlerini çekiştirmelerini, dedikodularını yapmalarını, zihinlerini hep böyle duygularla meşgul etmelerini getiriyoruz?.  Üstelik günlük konuşmalarımızın büyük bir kısmını işgal eden bu dedikodu da bir cins yumuşak saldırı hatta cinayet şekli değil midir? Hazreti Muhammedin bir sözü var, hatta sanırım Kuranda da böyle bir ayet var; Gıybet; yani başkasının ardından onun hakkında aşağılayıcı konuşmalar yapılması, yani kısaca dedikodu, ölmüş bir kardeşinizin etini yemek gibi iğrenç bir şeydir demekle, acaba içimizdeki bu yamyamlığı mı hatırlatmak istiyordu Allah'ın elçisi? Demek ki bir insanı öldürmekle aynı kategoriye koymuş oluyor onun arkasından konuşmayı. Hatta bu konuşmanın konusu onun seveceği bir söz bile olsa bunu bile yanlış bulmuş Muhammet; bir kişi sohbet esnasında bir başkası için onu çok sevdiğini, şöyle iyi böyle mükemmel biri olduğunu söyleyince, ''o zaman bunu git kendisine söyle, arkasından konuşma'', demiş. Ne kadar ilginç değil mi?


     Gencimiz bu sözleri dinlerken, adeta kulaklarına inanamıyordu, acaba Teoman bey buraya gelip de biraz konuşunca Patron hidayete mi erdi diye düşünmeye başlayacaktı neredeyse. Bu yaşlı insanların da sağı solu hiç belli olmuyor yahu, bir anda bütün tasavvurlarınızı yerle bir ediyorlar, ben şimdi ne cevap vereceğim bu adama diye düşünürken Patron devam etti;


     - Cümlenin maksudu bir amma, rivayet muhtelif, dedi, artık bunu da bilirsin sen der gibi gencimizin yüzüne bakmaya başladı. Gencimizin boş boş bakmakta olduğunu görünce de galiba biraz fazla yüklendik zavallıya diye düşünerek  bu beytin anlamını açıklamaya girişti. Şair; dedi, bu beyitle herkes aynı şeyi farklı farklı açıklayabilir, ama amaç aynıdır demek istemiş, ben de bu kadar örnekle demek istiyorum ki, düşünen herkes hemen hemen aynı konuları düşünüp anlamaya ve karşısındakilere anlatmaya çalışıyor, sadece üslûp ve tarz farklı.


     Biraz daha sessizlik ve iç konuşmalarla dolu duraklamadan sonra Patron gencimizin düşüncelerini okumuş gibi birden konuyu değiştirdi ve babacan bir gülümsemeyle;


     - Şaşırdın değil mi Fahrettin! dedi, yılların materyalisti, komünisti, Hazreti Muhammed'den, Kur'an'dan örnekler veriyor, bu yaşlı adamların da bilmediği yok sağları solları belli olmuyor yahu diyorsundur şimdi, oysa bu memleketin solcusu da sağcısı da, dincisi de ırkçısı da çocukluğunda aynı menkıbelerle, aynı hikayeler ve kıssalarla büyümüştür, bunlar çocukluğumuzdan beri büyüklerimizden duyduğumuz ve yeri geldikçe taşı gediğine koymak amacıyla kullanılmış, böylelikle de ta o zamanlardan kulaklarımıza girmiş hafızalarımıza nakşedilmiş sözlerdir, zaten biraz önce dediğim gibi insan çocukluğundan itibaren etrafında olan bitenlere, toplumlarının davranış ve düşünüş biçimlerine dikkat etmeye ve bunlardan ders almaya, bunları mânâlandırmaya başladığında, kısacası hayat ve dünya hakkında bir fikir edinmeye çalıştığında -ki sen buna bir şekilde, ilkel de olsa felsefe yapmak veya yapmaya çalışmak da diyebilirsin- çocukluğundan itibaren öğrendiklerini, düşünüş ve duyuş alışkanlıklarını kullanarak belli bir anlayışa ulaşıyor, sonra herkes kendi yolundan gidiyor, hani derler ya her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır diye, her birey kendi meşrebince derdini anlatmaya, dünya hakkındaki görüşlerini ifade etmeye çalışıyor. Biz yaşlılar da daha uzun süredir yaşadığımız ve görüp geçirdiğimiz için hafızamız daha yüklü oluyor ve orada biriktirdiklerimizi de yeri geldiğince hatırlayarak sözlerimizde, ifadelerimizde kullanıyoruz, yani biz yaşlılar her şeyi bildiğimiz veya bilgi satmaya, karşımızdakileri etkilemeye çalıştığımızdan değil, konuşmalarımız ve kullandığımız dil ve örnekler artık bizim üslubumuz olmuş olduğu için böyle konuşup yazıyoruz, derdimizi anlatmakta maksadımız aynı ama solcu başka tarzda, sağcı başka tarzda anlatıyor, fark bu, bu memleketin solcusu da sağcısı da aynı referansları vererek konuşup anlaşır, hatta biz solcuların Marx Engels yanında, hatta onlardan daha çok kendi kökenlerimizden, Pir Sultan'dan, Hacıbektaş'dan, hatta Mevlana'dan, Nasreddin Hoca'dan ve daha pek çok düşünür, şair ve adı sanı bilinmeyen nice insanlarımızdan bize miras kalan söz ve düşüncelerden faydalanmalıyız ve batıdan hatta doğudan öğrendiklerimizle bir sentez yapmalıyız fikir ve sözlerimizi oluştururken dedi. Sonra başka bir bahis aklına gelmiş gibi devam etti;


     - Aslında ben artık bu sağcı, solcu, dinci, ateist gibi ayrımlara da önem ve değer vermiyorum oğlum dedi. Hatta insan insanın kurdudur.. bu dünya güçlünün güçsüzü yediği bir Gayya kuyusudur.. güçlü olan haklıdır.. gücü elinde bulunduran iktidarı ele geçirir.. Hukuk Adalet İktidarın köpeğidir.. Devlet kim iktidardaysa, yani gücü kim eline geçirdiyse onun dediğini uygulayan bir aygıttır.. vesaire gibi hep gücü, parayı, sermayeyi öne çıkaran sözlerin ve teorilerin hepsini birden artık reddediyorum, eğer bunları kabul eder ve ona göre hareket edersem bu Dünya benim için de gerçekten Gayya kuyusu anlamına gelir, bu arada Gayya kuyusunun anlamını bilemeyebilirsin, bu kelime de biz eskilerin hafızasına girmiş bir terimdir ve bütün dinlerde cehennemin en derininde bulunan bir dipsiz kuyuyu anlatmak için kullanılmıştır dedi. Sonra devam etti;


     - Gördüğün gibi, gerçekler her ne kadar Gayya kuyusunu ve diğer önermeleri doğrular gibiyse de ben o açıdan gerçeklerden kaçan, ideallerini sonuna kadar savunmaya devam eden, ama bu arada da galiba yaşlılığın ve tecrübelerin getirdiği bir özellik olarak kalbimizin yumuşadığını da görerek insanlara daha bir anlayışla, hatta sevgi ve merhametle yaklaşan bir ruh hâline girdim. Gerçi yazılarımda henüz bunun izleri az olsa da, ki biraz da beni o hâlimle desteklemeye alışmış insanları üzmeme, hayal kırıklığına uğratmama çabası içinde olarak artık daha genel konulara değinmeye, kısır çatışmalardan, kişilerle uğraşıp anlamsız ve verimsiz polemiklerden uzaklaşıp biraz da eski tüfeklerin çoğunun yaptığı gibi kendi iç alemime dalmayı ve oradan çıkardığım eski amforaları, yosun tutmuş göz yaşı kaplarını, kırık dökük hatıra çömleklerini şefkat ve sevgi ile temizleyip hayat vitrinime yerleştirmeyi istiyorum. Bu bakımdan gazetemizin de yapacağımız yeni atılımla istediğim değişimi hızlandırmasını ve yönlendirmesini çok istiyorum. Hele bugün Teoman'ın habersiz ziyareti de sanki güzel bir tevafuk oldu doğrusu, girdiğimiz yolun ne kadar doğru ve hayırlı olduğuna dair bir karine teşkil etti.


     Gencimiz son cümlede geçen bazı kelimeleri çözmeye çalışırken Patronun masasının üzerinde bir köşede kalmış ve hatta oraya ne zaman konduğu bile unutulmuş olan kırmızı renkli ve üzerinde rakamları gösteren delikli kadrana parmağınızı sokarak en baştaki yere kadar çevirip bırakarak ve sonraki numarayı aynı şekilde çevirmeye devam ederek ve son numarayı da çevirip bıraktıktan sonra gelecek arama sinyalini beklediğiniz ve bu hali ile de en çok çocukların ilgisini çeken o bakalitten yapılmış yarı antika telefonun zili çalarak sohbeti böldü. Patron şaşırarak sesin nereden geldiğini aramaya başladı ve üçüncü çalışta ahizeyi bulup eline alarak -Alo? dedi.


     Karşıdan gelen sesi gencimiz duymamakla birlikte Patronun yüzünün sevgi ve mutlulukla yumuşamasından, arayanın tanıdık ve çok sevilen biri olduğunu anladı, içinden yenge mi arıyor acaba, dedi, Yenge hanım pek Patronu aramazdı nedense, hele gencimiz pencereye doğru bakıp da akşamın biraz ilerlediğini fark ettiğinde galiba merak etmiş kadıncağız diye düşündü, ama Patronun heyecanlı ve yüzü de epeyce mutluluktan pembeleşmiş olmasına bakılırsa ya arayan başka birisiydi, ya da Patron karısına hâlâ çok aşıktı. Gencimiz ikinci ihtimali tercih ederek kendisine de böyle bir gelecek vermesini Tanrıdan niyaz ediyordu ki birden Patronun Teoman'cığım sözüyle bulutlardan hızla yazıhaneye avdet etti, ve kulak kesildi;


     Şimdi Teoman beyin sesini o da az da olsa duyabiliyordu, Teoman bey önce işi olduğu için Patronun nazik davetine icabet edemediğini tekraren söyleyerek özür diledi, sonra da biraz önce eve döndüğünü ve eşine -ve Jale'ye- bugünkü ziyaretinden bahsettiğini, uzun zamandır görüşemedikleri için bu habere onların da çok sevindiğini söyledikten sonra devam etti;


     - Sacit'ciğim dedi, sen bugün beni yemeğe davet ettin ama ben icabet edemedim, bunu affettirmek için biz sizi uygun gördüğünüz bir akşam bize davet ediyoruz, Melike de ablası ile konuşacak ama önce ben arayayım dedim, sizinle beraber Fahrettini de davet ediyoruz tabi, özellikle Jale teklif etti ve biz de katıldık bu öneriye, uygunsa kendisine ilet onu da beklediğimizi.. dedi.


     Ondan sonra Patron neler söyledi, Teoman bey ne cevaplar verdi, konuşma ne kadar sürdü, ne zaman sona erdi, akşam mı olmuştu, güneş mi doğmuştu, dışarıda hayat ne kadar güzeldi, kuşlar nasıl da güzel cıvıldaşıyorlar hatta karşıdaki ağacın bir dalından bülbüller mi şakıyordu belli değildi, gencimiz tekrar bulutların üzerine çıkmıştı kesinlikle ve orada Jale ile bir kanepede oturmakta ve yarım kalan kahvelerini içmekteydiler hiç konuşmadan ve bu anın hiç bitmemesini dileyerek.



                                                                    *                        *                       *




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

60- Babam ve Ben

59- Anneyle Hasbihal

61- Ben dönmezem