Kayıtlar

63- Yaralıyız

       Sacit Sami bey yine düşüncelere dalmıştı. Bir süre bekleyen gencimiz hem sessizliği bozmak hem de konuya bir yön vermek çabasıyla bir şeyler söylemek ihtiyacı hissetti;      -Geçen hafta memlekete gittiğimde ilkokul öğretmenimi de ziyaret ettim hocam, dedi. Patron dikkatle dinlemeye başlamıştı. - Kendisi çok kıymetli bir öğretmenimizdi, Köy Enstitüsünün son zamanlarında mezun olmuş, kendisi de memleketimizin çocuğu zaten, uzun süreler çeşitli yerlerde öğretmenlik yapmış, sonunda benim de öğretmenim oldu, ama artık emekli ve şehrin etrafındaki bağlardan birinde yaptığı küçük bir evde karısıyla beraber yaşıyorlar dedi. Patronun bakışlarından anladığı kadarıyla öğretmeninin şu anki durumu onun da ilgisini çekmiş olmalıydı, böylece sözü getireceği noktaya doğru devam etti;      - O da şu an gönüllü olarak insanlardan uzaklaşmış ve mecbur kalmadıkça da şehre inmiyor, dışarıdan bakınca o ve kendisi gibi öğretmen emeklisi olan karısı da ...

62- Yalnızız

       Yazıhanede kimse kalmamış, Teoman beyin dolaylı daveti geri çevirmesi üzerine hevesi yarım kalmış patron, gencimizin memleketten getirdiği leblebi eşliğinde rakısını yudumlamaya başlamak üzereyken rakı adabının gereği olarak karşıda biraz muhabbet birazcık da dert ortaklığı edecek birinin olması kuralını hatırlayan gencimiz de içerideki mini buzdolabında epeyidir beklemekte olan bir bira kutusunu eline almış olarak patronunun karşısına geçmeye hazırlanıyordu ki, patronun uyarısı sessizliği bozdu;      - İşte şimdi olmadı Fahrettin! dedi patron babacan bir tavırla, ve devam etti, rakı masasında biranın ne işi var kuzum? bira içmek hamallıktır yahu! (patron emekçiden yana olduğunu unutmuştu galiba) sen de al bir bardak da az da olsa rakı doldur bakalım. Erkek adama rakı içmek yakışır, hem de bir besin maddesidir bu meret bizler için, hele yanında taze leblebi de varsa başka bir şey de istemez ha! getir bakalım içeriden bir bardak, gerçi soğuk su y...

61- Ben dönmezem

       İki eski dost, ''Eski dost düşman olmaz!'' sözünü ispatlarcasına hararetli sohbetlerine bir süre daha devam ettiler. Sanki yıllar süren bir soğukluğu yeniden ısıtma çabası yanında; birbirlerine duydukları sevgi ve hasretin, pişmanlıkların ve eski mutlu alışkanlıkların tekrardan hatırlanmasının ikisine de verdiği  heyecan ve mutluluğun devem etmesi, hatta olabildiğince uzatılması isteği vardı sanki bu karşılıklı sürüp giden ve bir türlü bitirilemeyen dostane sohbetin ruhunda.      Bir süre sonra Teoman bey , yine o eski muziplik zamanlarını hatırlamış gibi, Sacit Sami beye gülümseyerek bir olta attı;      - Sacit, dedi (artık dostluk eski kıvamını bulmuştu sanki, senli benli oluvermişlerdi tekrar) bak, ben biraz önce kısaca hayatımın safhalarını özetledim ve nerelerden başlayıp nerelere geldiğimi açık yüreklilikle anlattım, demek ki insan da, Heraklit'in dediği gibi bir su misali, aynı köprünün altından bir daha geçmiyor, ya d...

60- Babam ve Ben

       Babam çok dindar biriydi, ama şimdiki gibi etrafına şeamet saçan dincilerden değil, gerçekten salih bir müslümandı. Hiç dini konulara girmez, bizimle hiç vaaz verir gibi konuşmaz, hatta hemen hemen diğer konularda bile çok az konuşurdu, ama onun ne kadar hanif, derinden bir mümin olduğunu her hali ve tavrından çıkarabilirdiniz. Bakışları adeta sizin içinizden geçer, yüzünüze değil de çok uzaklara bakar gibi bakar, gözleri sizin bedeninizi değil de kalbinizi okur, ona hitap ederdi. Bakışlarında hissettiğiniz enerji, yumuşak ama her şeye nüfuz eden, önüne çıkan her türlü seddi adeta tanımadan delip geçen bir nötrino parçacığı gibiydi sanki. Aileden gelen bir miras olsa gerek; Onun da babası, yani dedem, Abdülhamid zamanının -kimine göre çok iyi, sesi çok gür çıkan ve matbuat dünyasını elinde tutan, dolayısıyla biraz mürekkep yalamış, kendisi bizzat görmese de kaçak veya devlet destekli olarak Parise gidip oranın kafelerinde ve meyhanelerinde aylaklık ettikten so...

59- Anneyle Hasbihal

     Misafirler gitmiş, masa ve ortalık alelacele toparlanmış, ana oğula o anda yarınki mukadder ayrılığın akla gelmesinin verdiği sıkıntı ve hüzün çökmüş, hatta bu his odaya da yavaş yavaş yayılmıştı, ana oğul dışarıya bakan geniş pencerenin önüne - ne zaman oraya konduğu bilinmeyen üzeri kilim veya küçük halılarla kaplı, arkası otla doldurulmuş yastıklarla güçlendirilmiş bu tahta yükseltiye o yörede makat derlerdi- yerleştirilmiş sedirin üzerine oturup, arkadaki sert yastığa omuzlarını yaslayıp birbirlerine bakmaya başlamışlardı, ilk sözü kim başlatacaktı belli değildi o anda, ama gencimiz annesine tatlı tatlı bakarak sohbeti başlattı sonunda;      - Anneciğim, dedi, inşallah seni ve ablamı üzmemişimdir bu akşam masadaki konuşmalarım dolayısıyla, elimden geldiğince kendimi tutmaya, eniştemle muhatap olmamaya çalışıyorum, ama o da bir şekilde damarıma basıyor sonunda ben de dayanamıyorum, benim Ali Haydar öğretmenimi ve eşini ne kadar sevdiğimi, saygı duyd...

58- Yollarda

       ''Ne kadar değişmiş Ali Haydar öğretmen'' diye düşünüyordu gölgelerin uzadığı, akşam serinliğinin çıktığı bu bağ yolunda evine doğru yürürken genç delikanlımız; ''Biz onu çok sert, soğukkanlı, kararlı ve her şeyi bilen, hiç yanılmayan, neredeyse yarı tanrı gibi görürken, şimdi artık O, dünyaya -o bir türlü bitmeyen- borcunu ödemiş, ununu eleyip eleği de duvara asmış, etrafında canlı olarak karısı ve köpeği, bir de bahçesindeki bitkilerden başka yakını kalmamış, adeta geçmişinin - yine hiç bitmeyen- muhasebesiyle meşgul, kimseden bir şey beklemeyen, bu sebeple de herkesle barışık, sevimli bir ihtiyar oluvermiş, Zehra öğretmen pek değişmemiş ama, her zaman anaç, her zaman verici, her zaman anlayışlı ve sevecen bir teyze. Allah muhabbetlerini arttırsın, bir yastıkta kocasınlar son zamanlarına kadar'', diye dua etmeyi de ihmal etmeyerek.      Son konuşmalardan sonra, öğretmenine adeta verecek bir cevap veya soracak başka bir soru kalmamış, sözün bit...

57- Empati

       Gencimizin sorduğu can alıcı soru Ali Haydar öğretmenin de sürekli aklında olan ve çözemediği en büyük meseleydi kesinlikle. Bakalım hocanın sürekli çözmeye çalıştığı, nerede hata yapıldı, başarısızlığın en büyük nedeni neydi gibi sonu gelmez ve cevabı bilinemez sorulara, gencimizin biraz ukalalık kokan tespitleri ve araya sıkıştırdığı biraz da can acıtıcı gelen saldırımsı hamleleri bir cevap getirecek miydi?      - Empati, dedi öğretmen, bizim kuşağımız adını bile duymadı onun, ben bile olgunluk çağlarımda okuduğum psikoloji kitaplarında gördüm bu kavramı, gerçi bizler de hiç empati yapmıyor muyduk dersen, yapıyorduk galiba. Ninelerimizin dedelerimizin bizleri geceleri dizlerinin üstüne yatırıp, yorgun sert ve nasırlı elleriyle sırtımızı sevecenlikle hafif hafif kaşırken anlattıkları masallarda, başı sürekli belaya giren, kimsenin acıyıp da yüzüne bakmadığı, halini sormadığı, sürekli aşağılanan itilip kakılan, arada bir gittiği zengin kapıların...