Kayıtlar

42- Yılkı

       O sabah yine her sabahki gibi yorgun uyandı, bu gece de yine sık sık uykudan uyanmakla ve sonrasında da yine uyumaya çalışmakla tamama ermişti. Bu sene kış zorlu geçmiş, ama o hiç olmazsa gıdasından uzak kalmamış, pencereden gelen ölgün ışığı yattığı yerden izlemek dışında pek bir şey yapmamakla beraber, odacığında pek de soğuğu açlığı hissetmeden yaşamaya devam ettiği için halinden hoşnut, buna da şükür diye diye baharı getirmişti işte.      Yattığı yerin kapısına doğru yaklaşmakta olan sesleri duydu sonra ve ayak seslerini ilgi ile dinledi, yürüyüşünden gelenin Baba olduğunu çıkardı ve onu ayakta karşılama maksadıyla yattığı yerden doğrulmaya çalıştı, ama heyhat! sürekli yatmaktan ve hareketsizlikten olsa gerek ayakları ona hiç de yardımcı olamadılar, bir iki sonuçsuz çırpınış daha yaparken kapı açıldı ve dışarıdan taze bahar kokularıyla beraber Baba içeri girdi. Bu sabah sanki biraz farklıydı Babanın duruşu, çok sevdiği bu adam şimdi biraz tedirgin biraz da düşünceli görünüyo

41- Utanç

       Kişi neden bir yakınından veya daha da yaygınlaştıralım; İçinde olduğu toplumdan, ailesindeki bir kişiden veya hepsinden, mensubu olduğu bir ideolojik grup veya partinin içindeki bir üyenin ya da üyelerin çoğunun yaptığı bir iş veya açıklamadan ya da yapmadığı bir iş ya da açıklamadan, hatta tuttuğu spor takımının taraftarlarından, oyuncularından veya yöneticilerinden birilerinin yaptığı bir ayıp iş veya söyledikleri bir saçma veya kötü sözden, kısacası içinde bulunduğu topluluk veya yaşadığı toplumdan gurur duyarak ve iyi ki bu ülkenin vatandaşıyım diyerek yaşamak yerine bir çok şeyinden utanarak ve başka kişilerin ya da milletlerin vatandaşlarının gözünde küçük düştüğünü hissederek, kısacası kendi payına bir utanç duyarak yaşar acaba? Öyle ya, her koyun kendi bacağından asılır atasözü uyarınca ortaya çıkan utanılası bir durumda aslında bu durumdan senin, eskilerin deyimiyle bir dahlin, hiç bir günahın ve suçun olmadığı halde; en küçük birim olarak kendi ailenin bir ferdinin ya

40- Cafe

       Biraz kıskançlık, biraz cahil cesareti, azıcık hinlik, daha çok da Jale'nin gözüne girmek, az biraz ''buralarda asıl ben varım'', bir miktar ''yani ben gencim zekiyim akıllıyım yakışıklıyım beni hafife alma!'', ve buna benzer çocukça ve tipik Anadolu gençlerinde çok görülen garip bir diklenme tavrı içinde ortaya atılmış olan bu soru; ve henüz sorunun muhatabı tarafından cevaplanmamıştı ki, -yine imdada- Jale'nin sözü yetişti. Aslında ona yöneltilmiş bir cümle varken, damdan düşercesine araya girilerek ortaya atılan bu soruya Orhan hoca ne diyecekti ki?. Adamcağız ne şiş yansın ne kebap kabilinden bu anakronik soruyu nasıl cevaplayacağını düşünürken Jale'nin sakin sesinin araya girmesi doğrusu tam yerinde olmuş ve sıkıntılı durumu, tamamen olmasa da şimdilik, ötelemişti..      - Çok teşekkür ederim hocam bu iltifatınız için dedi Jale, ve devam etti; - Burada tek amatör benim, ve hedefim da gazetecilik yapmak değil, okuluma devam ederek

39- Şuara

                                                Güzelliğin o pâretmez, bu bendeki aşk olmasa                                               Eğlenecek yer bulamam, gönlümdeki köşk olmasa...      Ne güzel söylemiş değil mi, Halk Ozanı derler, ama bence günümüzün Yunus Emre'si ünvanını gerçekten hak eden Âşık Veysel. Bizlerin uzun uzun cümlelerle, lügât paralayarak yazmaya çalışıp da yine de meramımızı tam olarak anlatamayacağımız şeyi az ve öz olarak özetleyivermiş.      İşte böyledir şairler, sanki bir başka dilden anlatırlar bir şeyleri, söylediklerinin anlamını anlar gibi olursun da, ne dediğini ve nasıl dediğini, hatta hangi dilde dediğini bir süre çıkaramazsın, sonra da artık nasibin ne kadarsa o kadarını anlar, şaşar kalırsın.      Oysa Kur'an'ın Şuara suresinde ve daha başka surelerinde şairler; Vadilerde şaşkın dalgın dolaşan, sözlerine ancak çapkınların sapkınların kulak (değer) verdiği kişiler olarak vasfedilen, kısacası biraz biz normal insanların dışında (altında d

38- İş taksimi

             Yazıhanede ünvan olarak ''Hoca'' olan tek kişi Orhan Hoca olduğu için, üstüne üstelik bir önceki sorusuna patronunun biraz kızdığı intibaı aldığı için, bu ikinci soruyu da yine hocasına sormuş gibi yapan gencimize, onu anlayışla dinleyen hocası cevap verdi; - Haklısın Fahrettin dedi, bu soruyu sormakla iyi ettin doğrusu, bu arada bakın arkadaşlar biz de farkında olmadan şimdiden büyük Filozof Sokrates'in yöntemini kullanmaya başladık bile. Kendisi hiç kitap yazmamakla birlikte bütün amacı insanlara düşünmeyi öğretmek olan bu büyük insan, sorulan hiç bir soruya -cevabını bilse bile- doğrudan cevap vermezmiş, bunun yerine o kişiyi karşısına alır, peş peşe gelen sorularla onu düşündürerek ve yine cevaplarını da ona verdirerek sonucu kendisinin bulmasını sağlarmış. Bizim işimiz de ona benzedi derken tabi biraz nükte de yapıyorum ama, yapacağımız eylemin niçin ve nasıl olacağını böyle adım adım bulmamız benim de hoşuma gitti doğrusu. Ne dersin Sami bey, bura

37- Nasıl?

       Gencimizin gençliğine verilmesi temennisiyle sorduğu soru aslında doğru bir soru idi, ama her şeyin yeri ve zamanı olduğu gibi soru sormanın da yeri, şekli ve zamanı çok önemliydi. Acar gazetecimizin bunu bilmemesi pek affedilir bir şey değildi, ama nihayetinde eğer kare as olmuşlarsa en azından sinek ası da olsa nihayetinde o da bir As idi ve o olmazsa karenin tamam olmayacağı ve üç asın da pek bir kıymeti harbiyesinin de olamayacağı kabak gibi ortadaydı. İşte bu ahval ve şeraitte gencimiz insiyaki de olsa bir sual tevcih etmişti hocalarına, ve cevabını da beklemekte haklıydı, değil mi?      Soru Orhan hocaya bakarak sorulduğu için önce o konuştu ve; -Doğru diyorsun Fahrettinciğim, hedef kitlemiz ve onun eğilimleri son derecede önemlidir, bunu öğrenmenin en bilimsel yollarından birisi de ankettir, dedi. Hatta sözlerine devam etmek üzere derin bir nefes bile aldı ama sözü Sacit Sami bey tarafından adeta sert olabilecek bir şekilde kesildi.      - Ben pek katılmıyorum bu anket iş

36- Aranıyor

       Sacit Sami bey ve Orhan hoca kendi aralarında sohbete dalmışken, gençlerimiz de şüphesiz kendi dünyalarında, belki de gelecek günlerde neler olacağının, hayatın onlara neler sunacağının, başlarına hangi  çorapları öreceğinin, ya da iyimser olursak biraz, hangi sürprizli çikolatalardan sunacağının bile farkında olmadan hayal kurmaya, daha doğrusu kuzuların sessizliği içinde boş boş etraflarına bakmakla meşguldüler. Fatma hanımın önlerine getirip koyduğu çayları bile yarı uykulu, yarı robotsu hallerle içtiklerine bakarsak sanki iki yaşlı kurttan bile mecalsiz, amaçsız, etraflarından bîhaber haldeydiler desek yeridir. Fahrettin, Jaleye çok yakışan elbisesini sanki yeni fark etmiş gibi Jaleye gülümseyerek; -Elbiseniz çok yakışmış, çok şık olmuşsunuz derken sıkılgan Anadolu genci havasından sıyrılmaya çalışan bir delikanlıdan çok denize düşmüş bir adamın kendisine atılan tahlisiye simidine sarılırcasına yaptığı acele çırpınma hali içinde gibiydi. Bu durumuna Jale içinden gülse de yin